SIMYACI Paulo Coelho, Rio de Janeiro'da dogdu. Roman
SIMYACI Paulo Coelho, Rio de Janeiro'da dogdu. Roman yazarligina baslama- dan önce, oyun yazari, tiyatro yönetmeni ve sevilen bir sarki sözü yazariydi. Coelho, gençliginde bir hippiydi. 1986 yilinda Hiristiyan- Iarin, Bati Avrupa'dan baslayip Ispanya'da Santiago de Compostela kentinde sona eren geleneksel haç yolculugunu yapti; bu deneyimini 1987 yilinda yayinladigi The Pllgrimage (Hac) adli kitabinda anlatti. 1988 yilinda yayinlanan ikinci kitabi Simyaci, Coelho'yu en çok oku- nan çagdas yazarlardan biri yapti. Öteki kitaplari;^ Brida, Valkürler ve son yazdigi Piedra Irmaginin Kiyisinda Oturdum, Agladim'dir. Simyaci, 42 ülkede yayinlandi, 26 dile çevrildi. Bu kitap, Coelho'yu Gabriel Garcia Mârquez'in arkasindan en çok okunan Latin Ameri- kali yazarlardan biri konumuna getirdi. Felsefe Tasi'nin gizlerini bilen ve bunu kullanan simyaci J. 'ye Yollarina giderken Isa bir köye girdi. Marta adli bir kadin onu evine kabul etti. Meryem adli bir kizkardesi var- di, o da Rabbin ayaklari dibinde otu- rup onun sözünü dinlerdi. Marta ise, isin çoklugundan sa- Sirmisti; Isa'ya giderek dedi: ' - Ya Rab, kizkardesimin hiz- mette beni yalnu birakmasi sence bir sey degil midir? Imdi ona söyle bwa yardim etsin. Fakat Rab cevap verip dedi: - Marta, Marta, sen birçok sey- ler için üzülüp telas ediyorsun; fakat bir seye ihtiyaç vardir ve Meryem, kendisinden alinmayacak olan iyi pa- yi seçmistir. INCIL, LUKA, X, 38-42 Öndeyis BIR KERVANCININ ELINE GETIRDIGI KITABI aldi Simyaci. Kapagi yoktu kitabin, ama gene de yazarinin kim oldugunu anladi: Oscar WIlde'di yazar. Kitabin sayfa- larini karistirirken, Narkissos'u anlatan bir öyküye rastla- di. Narkissos'un, kendi güzelligini her gün bir gölün su- larinda seyretmeye giden bu yakisikli delikanlinin efswesi- ni biliyordu Simyaci. Bu delikanîi kendi görüntüsüne öy- lesine vurgunmus ki günün birinde göle düsüp bogulmus. Onun göle düsüp boguldugu yerde de bir çiçek açmis, bu çiçege nergis adi verilmis. Ama kendi yazdigi öyküyü böyle bitirmiyordu Oscar Wilde. Tatli su gölünün kiyisina gelen orman tanriçalari Ore- as'larin onu bir aci gözyasi kavanozuna dönüsmüs olarak bulduklarini yaziyordu Oscar Wilde. - Neden agliyorsun? diye sormus Oreas'lar. - NarkIssos için agliyorum, diye yanitlamis göl. - Ne vaT bunda sasilacak, demis bunun üzerine or- mw tanriçalari. Bizler ormanlarda bosu bosuna onun pe- sinde dolasir dururduk, ama onun güzelligini yalnizca sen görebilirdin yakindan. - Narkissos yakisikli bir genç miydi? diye sormus göi. - Bunu senden daha iyi kim bilebilir ki? diye karsilik vermis iyice sasiran Oreas'Iar. Her gün senin kiyilarina ge- lip sularina bakiyordu! Göl bir süre sessiz kalmis. Sonra söyle konusmus: - Narkîssos için agliyorum, ama onun yakisikli oldu- gunu hiç fark etmemistim ben. Narkissos için agliyorum, 1 1 çünkü sularima egildigi zaman, gözlerinin derinliklerinde kendi güzelligimin yansimasini görebiliyordum. - Iste çok güzel bir hikâye, dedi Simyaci. * 12 Birinci Bölüm DELIKANLININ ADI SANTIAGO IDI. SÜRÜ- süyle birlikte eski, terk edilmis kilisenin önüne geldiginde günes batmak üzereydi. Kilisenin çatisi çoktwdir çökmü§, bir zamanlar ayin esyalarinin konuldugu yerde kocaman bir fIravuninciri büyümüstü. Delikanli geceyi burada geçirmeye karar verdi. Bütün koyunlarini yikik kapidan içeri soktu. Koyunlarin, gecele- yin kaçmalarina engel olacak sekilde, kapiya birkaç tahta koydu. Bu bölgede kurt falan yoktu, ama bir keresinde bir kaçak koyunu bulmak için, ertesi gün bütün gün dolas- mak zorunda kalmisti. Yamçismi yere yayip üzerine uzandi, okuyup bitIrdi- gi kitabi da yastik olarak basinin altina koydu. Uykuya dalmadan önce, artik daha kalin kitaplar okumasi gerekti- gini düsündü: Okunmalari daha uzun sürer, geceleyin de daha rahat yastik olurlardi. Uyandiginda ortalik hâlâ karanlikti. Yukariya bakti, yari yariya yikilmis çatinin arasindan parildayan yildizlari gördü. "Biraz daha uyusaydim," diye düsündü Bir hafta önce- ki düsü tekrar görmüs, gene sonunu getiremeden uyanmis- ti. Kalkti, bir yudum sarap içti. Sonra degnegini eline aIip hâlâ uyumakta olan koyunlari uyandirmaya basladi. Hayvanlarin çogunun tipki kendisî gibi uykudan hemen siyrilip uyandiklarini fark etti. Sanki gizemli bir güç, iki yildir, yiyecek ve su pesinde kendisiyle birlikte bütün ül- keyi dolasip duran koyunlarin yasamina baglamisti yasa^ mini. 'Bana öylesine alistilar ki, saat düzenimi biliyorlar,* dedi kendi kendine alçak sesle. 1 5 ^ daldlktafl sonra, tersi de olabilir,' diye düsün- dü: Hayvaaiarin saat düzenine belki de kendisi alismisti. Gene de, Uyanmasi geciken, koyunlar da vardi. Adlari- ni söyleyer^ek^ sopasiyla birer birer hepsini uyandirdi. Söy- lediklerini koyunlarin anlayabildigine her zaman inanmi$- ti. Bundan^ dolayi, kendisini'etkileyen kitaplarin bazi bö- lümIerini kimi zaman onlara okur; kimi zaman da kirlarda dola§an biç çobanin yalnizligindan ya da yasama sevincin- den söz ederdi onlara; kimi de ugTamayi aliskanIik haline getirdigi kentlerde gördügü son yenilikleri anlatirdi. Ama, önceki günden bu yana, dört gün sonra varacagi kentte yasayan genç kizdan baska bir konusma konusu aç- mamisti. Bir tüccarin kiziydi söz konusu olan. Önceki yil, yalnizca bir kez gelmisti buraya. Tüccarin bir kumas ma- gazasi vardi; alacagi mal koçusunda aldatilmamak için, ko- yunlarin gözünün önünde kirkilmasini istiyordu. Bu ma- gazayi ona bir arkadasi anlatmis, çoban da sürüsünü oraya götürmüstü. * 16 "BIRAZ YÜN SATMAK ISTIYORUM," DEMISTI çoban, tüccara. Dükkân kalabalikti, is yogundu; bu yüzden, tüccar çobana ikindiye kadar beklemesini söyledi. Bunun üzerine Çoban gidip magazanin önündeki kaldirima oturdu, heybe- sinden bir kitap çikardi. - Çobanlarin kitap okuyabildiklerini bilmiyordum, dedi yanibasinda bir kadin sesi. Uzun siyah saçlari, eski Magripli fatihleri belli- belîrsiz animsatan gözleriyle, tepeden tirnaga tam bir Endülüs ki- ziydi konusan. - Koyunlar kitaplardan daha ögreticidir, diye yanitla- di genç çoban. Iki saatten fazla sohbet ettiler. Endülüs kizi, tüccarin kizi oldugunu söyledi, her günü birbirine benzeyen köy yasamini anlatti. Çoban, Endülüs kirlarindan, ugradigi kentlerde gördügü son yeniliklerden söz etti. Koyunlanyla konusmak zorunda kalmadigi için mutluydu çoban. - Okumayi nasil ögrendiniz? diye sordu genç kiz. - Herkes gibi, diye yanitladi çoban. Okulda. - Peki ama, okuma bildiginize göre niçin çobanlik yapiyorsunuz? Delikanli bu soruyu yanitlamamak için duymazliktan geldi. Verecegi yaniti genç kizin anlamayacagindan emin- di. Bu yüzden, yolculuk öyküleri anlatmayi sürdürdü. Genç kizin Magripli küçük gözleri, merak ve saskinliktan kocaman açiliyor, kimi de iyice küçülüyordu. Zaman geç- tikçe, zamanin hiç geçmemesini, genç kizin babasinin isle- rini bitirememesini ve kendisinden üç gün daha beklemesi- ni istemesini dilemeye basladi delikanli. Simdiye kadar hi^ Simyaci 17^ duymadigi birseyler hissettigini fark etti: Sonsuza dek bir yere yerlesmek istiyordu. Kara saçli genç kizin yaninda, kuskusuz, günler birbirine benzemezdi. Ama sonunda tüccar gelip dört koyun kirkmasini is- tedI. Borcunu ödedikten sonra çobanin ertesi yil da ugra- masini söyledi. 18 SIMDI BU KASABAYA ÖNÜN- ULASMAK IÇIN de dört gün vardi çobanin. Heyecandan içi içine sigmiyor- du, ama yüregini koyu bir kaygi da sarmisti: Belki de genç kiz unutmustu onu. Yün satmak için oraya ugrayan bir yi- gin çoban vardi. - Pek önemli degil, dedi koyunlariyla konusurken. Ben de baska yerlerde baska kizlar taniyorum.* Ama, yüreginin derinliklerinden biliyordu ki, öyle *pek önemli degil* diyecek durumda degildi. Çobanlarin da, tipki denizciler ve gezgin saticilar gibi, kendilerini yer- yüzünde basibos dolasmaktan vazgeçirtecek birinin yasadi- gi bir kente ugrayabileceklerini biliyordu. * 1 9 GÜNÜN YÜK- ILK ISIKLARI TANYERINDEN selmeye baslarken, çoban koyunlarini gündogusu yönün- de sürmeye basladi. 'Hiçbir zaman bir karar vermek ge- reksinimi duymuyorlar/ diye düsündü. 'Belki de bu yüz- den hep benim yanimda kaliyorlar.' Su ve yiyecekten bas- ka bir seye gereksinim duymuyordu koyunlar. Onlarin çobani olarak Endülüs'ün en iyi otlaklarini bildigi sürece, kendisiyle her zaman dost kalacaklardi. Günesin dogusu ile batisi arasinda eglesen, uzun saatlerden olusan günlerin biri ötekinden farkli olmasa da; kisacik yasamlari boyunca tek bir kitap okumasalar, köylerde olup bitenleri anlatan delikanlinin insan dilini anlamasalar da. Yiyecek ve suyla yetiniyorlardi ve bu onlar için yeterliydi. Buna karsilik, yünlerini, arkadasliklarini ve kimi zaman da etlerini cö- mertçe sunuyorlardi. 'Günün birinde bir canavara dönüssem ve tek tek hepsini öldürsem, sürünün hepsini bogazladiktan sonra ancak isin farkina varirlardi,' diye düsündü delikanli. 'Çünkü bana inaniyorlar ve artik kendi içgüdülerine gü- venmiyorlar. Bu böyle, çünkü onlari otlaga ben götürüyo- rum.' Delikanli kendi düsüncelerine sasmaya, onlari tuhaf bulmaya basladi. Içinde firavuninciri bitmis kilise belki de cinli-periliydi. Belki de ayni düsü bu nedenle yeniden gö- rüyor ve her zaman sadik dost saydigi koyunlara kirsi öf- ke duyuyordu. Önceki aksam yemeginden kalma sarabin- dan içti biraz ve yamçisina sarindi. Birkaç saat sonra, güne- sin ükselrnesiyle artan bunaltici sicaklar yüzünden sürü- sünü kirda dolduramayacagini biliyordu. Yazin bu saatte bütün ispanya uykuya dalardi Sicak, gece ininceye kadar sürerdi, ama bu arada yamçisini yin.naa t^irr.A 20-in daydi. Her seye karsin, bu yükten /ak.r.-r. < - k*, -'.p? zaman, sabah ayazmi bu yük sayesinde _- >i..j;etme:.Igi'~ animsiyordu kuskusuz. 'Havanin beklenmedik degiSiK.u.\leri.-e ka.-si \cArr ya her zaman hazir olmaliyiz,' dht: uüsu'. ^ord- r zö- man; yamçinin agirligina katianmavi minnetle kabai edi- yordu. Yamçinin da bir varlik nedeni vardi, tipki delikanli- nin hikmeti vücudu gibi. Orasi senin, burasi benim Endü- lüs ovalarini iki yil dolastiktan sonra, belgenin bütün kentlerini ezbere ögrenmisti; yasamina anlam veren |ey gezip dolasmakti. Basit bir çobanin neden okuma biidigin., bu ke/ genç kiza açiklamak niyetindeydi: On aki yasina kadar papiz okuluna gitmisti. Anababasi, onun din adami olrnisim is- temislerdi; tipki koyunlari gibi, yalnizca su ve yiyecek için çalisan yoksul bir köylü ailesi için gurur kaynagiy Ji böyle bir sey. Latince, ispanyolca ve dinbilim okumust'-i. Ama, daha küçüklügünden itibaren dünyayi tanimayi hayal e" misti, Tanriyi ya da insanin günahlarini ögrenmek:.: .;ok daha Önemliydi böyle bir sey. Bir aksam, ailesini g-,n.ie\t giderken, bütün cesaretini toparlayip t^hasma r vhip oi- mak istemedigini söyledi. Yolculuk yapmak istiyordu. - Dünyanin bütün insanlari sim üye kad"r t-j köy- den gelip geçtiler, oglum. Buraca yeni peyler anmayi gel- diler, ama hiç degismediler. Satoyu gezmek için tepeye çi- karlar ve geçmisin günümüzden daha iyi olduguna karar verirler. Saçlarinin rengi ister açik, ister koyu olsun, hepsi de köyümüzün insanlarina benzerler - Ama ben, bu insanlarin geMikbri ülkelerdeki "to- lari bilmiyorum, diye yanitladi delikanli. - Bu insanlar, tarlalarimiz!, kadinianmizi görünce, her zaman burada yasamak istediklerini seklerle;. dir- sürdürdü baba. - Onlarin geldikleri yerlerin kadinlarini ve toprakla- rini tanimak istiyorum, dedi ogul bunun üzerine. Çünkü hiçbiri bizimle kalmiyorlar burada. - Ama bu insanlarin cepleri para dolu, dedi baba. Bi- zim burada, yalnizca çobanlar baska yerleri görebilirler. - Öyleyse, ben de çoban olacagim. ' Bunun üzerine baba hiçbir sey söylemedi. Ertesi gün, içinde üç eski ispanyol altin lirasi bulunan bir kese verdi ogluna. - Bunlari bir gün tarlada bulmustum. Rahiplige ka- bul edilme töreninde kiliseye vermeyi düsünüyordum. Git, kendine bir sürü al ve en iyisinin bizim satomuz, en güzel kadinlarin da bizim kadinlarimiz oldugunu ögrenin- ceye kadar dünyayi dolas. Ve baba oglunu kutsadi. Delikanli, babasinin gözle- rinde de dünyayi dolasma isteginin bulundugunu gördü. Her gece uyumak, yemek ve içmek için hep ayni yerde ka- larak yillarca kurtulmaya çalismis olmasina karsin, hâlâ canli kalan bir istekti bu. 22 UFUK KIZARDI, SONRA GÖRÜNDÜ. GÜNES Delikanli, babasiyla yaptigi konusmayi animsadi ve kendi- ni mutlu hissetti; daha simdiden birçok sato, birçok kadin tanimisti (ama bu kadinlardan hiçbiri, iki gün sonra göre- cegi kadinin eline su bile dökemezdi). Bir yamçisi, bir bas- kasiyla degistokus edebilecegi bir kitabi ve bir sürüsü var- di. Bununla birlikte, en önemlisi, her gün yasaminin bü- yük düsünü gerçeklestiriyordu: Geziyordu. Endülüs ovala- rindan bikinca, koyunlarini satip denizci olabilirdi. Deniz- den usandigi zaman da birçok kent, birçok kadin tanimis, birçok mutluluk olanagi yasamis olurdu. 'Papaz okuluna, Tanriyi aramaya nasil gidebilirim?' diye düsündü, dogan günese bakarak. Bunun olasi oldugu durumlarda, bir yolunu bulup bir baska yolculuga çikiyor- du. Buradan kaç kez geçmis olmasina karsin, bu harap kili- seye kadar hiç gelmemisti. Dünya büyüktü, sonu gelmi- yordu. Kisa bir süre de olsa, koyunlarinin kendisine yol göstermesine izin verse, sonunda bir yigin ilginç seyler kesfederdi. "Sorun su ki, her gün yeni bir yere gittiklerinin farkina varmiyorlar. Otlaklarin degistigini, mevsimlerin birbirine benzemedigini anlamiyorlar. Çünkü yiyecek ve sudan baska bir kaygilari yok.' "Belki de herkes için durum böyledir,' diye düsündü çoban. Tüccarin kizina rastladigimdan bu yana baska bir kadin düsünmeyen benim için bile.' Gökyüzüne bakti. Hesaplamalarina göre, ögle yeme- ginden önce Tarifa'da olacakti. Orada, kitabini daha kalin bir kitapla degistirebilir, sisesini sarapla doldurur, saç- sakal tirasi olabilirdi; kizin yanina gitmeden önce iyice hazirlan- maliydi. Daha fazla koyunu olan bir baska çobanin, kendi- 2 3 sinden önce davranip genç kiza talip olma olasiligini dü- sünmek bile istemiyordu. "Bir düsü gerçeklestirme olasiligi yasami ilginçlestiri- yor,' diye düsündü, günesin durumuna tekrar bakip adim- larini hizlandirarak. Tarifa'da düs yorumcusu bir yasli ka- dinin yasadigini ammsamisti. Daha önce bir kez görmüs oldugu bu düsü, bu gece de görmüstü. 24 YASLI KADIN, DELIKANLIYI EVIN ARKASIN- daki bir odaya götürdü, odayi salondan rengârenk bir plas- tik perde ayiriyordu. Odada bir masa, bir Isa'nin Kutsal Yüregi1 tasviri ve iki sar dalye vardi. Yasli kadin oturdu, delikanliya da oturmasini söyledi. Sonra delikanlinin iki elini ellerinin arasina aldi ve usulca dua etmeye basladi. Söyledikleri bir Çingene duasina benziyordu. Simdiye kadar, dolasirken bir yigin Çingeneye rastlamisti. Bu in- sanlar da dolasiyorlardi, ama koyunlarla ilgilenmiyorlardi. Söylenenlere bakilirsa, bir Çingenenin isi-gücü durmadan insanlari aldatmakti. Seytanla anlasma yaptiklari, çocukla- ri kaçirip gizli barinaklarinda bunlari köle gibi kullandik- lari da söyleniyordu. Genç çoban, çocukken, Çingeneler tarafindan kaçirilmaktan korkmustu her zaman. Yasli ka- din ellerim tutunca bu eski korkuyu animsadi delikanli. 'Ama burada isa'nin Kutsal Yüregi tasviri var,' diye düsündü, kaygilarindan kurtulmak isterken. Elinin titre- meye baslamasini, yasli kadinin da onun bu ürküntüsünü fark etmesini istemiyordu. Sessizce bir Tanri Babamiz du- asi okudu. - Ilginç... dedi yasli kadin, gözlerini delikanlinin elin- den ayirmaksizm. Ve tekrar sustu. Delikanli, giderek sinirlendigini hissediyordu. Ama elinin titremesine engel olamadi ve yasli kadin fark etti bu- nu. Hemen ellerini çekti kadinin ellerinden. - Buraya el falina baktirmak için gelmedim, dedi. Bu eve geldigi için artik, pismanlik duyuyordu. Bir an, kadina 1 Isa'nin Tann sevgilinin limgeji. (Çrv.) 2 5 ücretini ödemenin ve hiçbir sey ögrenmeden buradan ay- rilmanin daha iyi olacagini düsündü. Ne var ki, üst üste gördügü ayni düsün ne anlama geldigini ögrenmek çok önemliydi onun için. - Gördügün düsler hakkinda bilgi almaya geldin, de- di bunun üzerine yasli kadin. Ama düsler Tanrinin diliyle konusurlar. Tanri dünyanin diliyle konusursa bunun yo- rumunu yapabilirim. Ama senin ruhunun diliyle konustu- gu zaman bunu yalnizca sen anlayabilirsin. Gene de danis- ma ücreti ödeyeceksin bana. 'Gene bir dalavere,' diye düsündü delikanli. Her seye karsin, tehlikeyi göze almaya karar verdi. Bir çoban, kurt ya da kuraklik tehlikesiyle her zaman karsi karsiyadir; ama, çobanlik meslegini çekici kilan da budur zaten. - Ayni düsü iki kez üst üste gördüm. Koyunlarimla bir otlaktaydim. Derken bir çocuk göründü ve koyunlarla oynamaya basladi. Insanlarin koyunlarimla oynamasindan pek hoslanmam; tanimadiklari insanlardan korkarlar. Ama kendileriyle oynamaya gelen çocuklardan korkmaz- lar. Neden bilmem. Hayvanlarin, insanlarin yasini bilme- leri sasirtici bir sey. - Sözü gördügün düse getir, dedi yasli kadin. Ateste tencerem var. Hem zaten fazla paran da yok, bütün zama- nimi alamazsin. - Çocuk bir s üre koyunlarla oynuyor, diye sürdür- dü konusmasini çoban, biraz sikintiyla. Ve birden elimden tutuyor, beni Misir Piramitlerine götürüyor. Yasli kadinin Misir Piramitlerinin ne oldugunu bilip bilmedigini anlamak için bir an sustu. Ama kadin sessizli- gini bozmadi. - Sonra, Misir Piramitlerinin (yasli kadinin iyice an- lamasi için bu sözcükleri tane tane söylüyordu) önünde, çocuk bana, 'Buraya gelirsen, gizli bir hazine bulacaksin,' diyor. Ve tam bana hazinenin yerin'i gösterecegi sirada uyaniyorum, iki kez oldu. 26 Yasli kadin bir süre sustu. Sonra, delikanlinin ellerini tuttu, dikkatle inceledi. - Artik senden para istemiyorum, dedi sonunda. Ama hazineyi bulacak olursan onda birini isterim. Delikanli gülmeye basladi. Sevinçten gülüyordu. Böylece, gördügü hazine düsleri sayesinde, cebindeki pek az parayi da harcamamis oluyordu! Bu yasli kadin ger- çekten bir Çingene olmaliydi. Çingeneler biraz tuhaftirlar. ~ Iyi de, nasil yorumluyorsunuz bu düsü? diye sordu delikanli. - Önce yemin edeceksin. Sana söyleyeceklerime kar- silik, hazinenin onda birini bana' verecegine dair yemin edeceksin. Delikanli yemin etti. Yasli kadin, gözlerini Isa'nin Kutsal Yüregi tasvirinden ayirmaksizm tekrarlamasini iste- di. - Dünya Dili'nde bir düs bu, dedi ardindan. Bunu yorumlayabilirim, ama çok zor bir yorum. Iste bu yüzden bana verecegin paya deger. - Yorumum söyle: Misir Piramitlerine gitmelisin. Neyin nesidir bunlar bilmiyorum, ama bir çocuk gösterdi- gine göre, gerçekten vardir bunlar. Orada bir hazine bulup zengin olacaksin. Delikanli önce sasirdi, sonra öfkelendi. Bu kadar az bir sey için bu cadi kariya gelmesi gerekmezdi. Ama, para ödemek zorunda olmadigini animsadi. - Eger buysa, bunun için vakit kaybetmeye degmez, dedi. - Hadi çanim! Sana, gördügün düsü yorumlamanin zor oldugunu söylemistim. Basit seyler, en olaganüstü sey- lerdir ve yalnizca bilginler anlayabilirler bunlari. Bir bilgin olmadigim için, baska seyler de bilmem gerekiyor: El fali- na bakmak, mesela. - Peki, nasil gidecegim Misir'a? 2 7 - Ben yalnizca düsleri yorumluyorum. Bunlari gerçe- ge dönüstürecek gücüm yok benim. Bu yüzden de kizlari- min bana verdikleriyle yasamak zorundayim. - Ama ya Misir'a yaramazsam? - Eh, o zaman bir sey ödemezsin bana. Zaten ilk kez olmayacak. Ve yasli kadin bu sözlerine hiçbir sey eklemedi. Deli- kanlidan gitmesini istedi. Çünkü onunla epeyce zaman kaybetmisti. 28 ÇOBAN, FALCININ YANINDAN KIRIK- HAYAL rikligi içinde ayrildi; bir daha asla düslere inanmamaya ka- rar vermisti. Bu arada yapacak bir yigin isi oldugunu animsadi: Önce gidip karnini doyurdu, kitabini daha kalin bir kitapla degistirdi ve yeni satin aldigi sarabi rahatça iç- mek için kasabanin alanina gidip bir siraya oturdu. Sicak bir gündü, ama sarap o akil-sir ermez gizemiyle çobanin içini biraz serinletti. Koyunlar, yeni edindigi bir dostun kent girisinde bulunan agilmdaydilar. Bu yörelerde bir yi- gin arkadasi vardi - ve bu da yolculuk yapmayi neden bunca sevdigini açikliyor. Her gün birlikte olmak gereksi- nimi duymaksizin, insan her zaman yeni dostlar edinir. Papaz okulunda oldugu gibi, insan her zaman ayni insanla- ri görürse, bunlari yasaminin bir parçasi saymaya baslar. Iyi, ama bu kisiler de bu nedenle, yasamimizi degistirmeye kalkisirlar. Bizi görmek istedikleri gibi degilsek hosnut ol- mazlar, canlari sikilir. Çünkü, efendim, herkes bizim nasil yasamamiz gerektigini elifi elifine bildigine inanir. Ne var ki, hiç kimse kendisinin kendi hayatim nasil yasamasi gerektigini kesinlikle bilmez. Tipki su, düsleri gerçege dönüstürmeyi beceremedigi halde düs yorumculu- guna kalkisan cadi gibi. Koyunlarim alip kirlara açilmadan önce günesin alçal- masini beklemeye karar verdi. Üç gün sonra tüccarin kizi- ni görecekti. Tarifa papazindan aldigi kitabi okumaya basladi. Ka- lin bir kitapti, daha ilk sayfada bir cenaze törenini anlati- yordu. Ayrica, kahramanlarinin adlari da son derece kar- masikti. 'Günün birinde bir kitap yazacak olursam,' diye düsündü, okurlari, kahramanlarin adlarini bir anda ogren- 2 9 mek zorunda birakmamak için onlari teker teker sunacak- ti. Okumaya iyice daldigi sirada (cenaze karda gömüldü- gü ve bu da yakici günesin altinda serinlik duygusu uyan- dirdigi için hosuna gidiyordu okuma), yasli bir adam gelip yanma oturdu ve onunla konusmaya basladi: - Bu insanlar ne yapiyorlar? diye sordu yasli adam, alandan geçenleri göstererek. - Çalisiyorlar, diye yanitladi çoban, sogukça ve oku- dugu kitaba kendini iyice kaptirmis gibii Aslinda, tüccarin kizinin önünde koyunlarini kirktigini ve kizin da çobanin nasil yaman biri olduguna gözleriyle taniklik ettigini hayal ediyordu. Bu sahneyi daha önce onlarca kez hayal etmisti. Koyunlarin arkadan öne dogru kirkilmalari gerektigini genç kiza anlatmaya baslayinca onun kendisini kendinden geçercesine dinledigini gözünün önüne getiriyordu her za- man. Bir yandan koyunlari kirkarken, bir yandw da genç kiza anlatacak ilginç öyküler animsamaya çalisiyordu. Bunlar çogunlukla kitaplarda okudugu öykülerdi, ama o bunlari sanki kendisi yasamisçasina anlatiyordu. Genç kiz okuma bilmedigi için isin aslini hiçbir zaman ögrenemeye- cekti. Ne var ki, direndi yasli adam. Yorgun ve susamis, ol- dugunu söyledi ve bir yudum sarap içmek istedi. Delikanli siseyi verdi ona; belki kendisini rahat birakir, diye düsün- dü. Ama yasli adam mutlaka gevezelik etmek istiyordu. Çobana, okumakta oldugu kitabin nasil bir sey oldugunu sordu. Içinden adama kaba davranip oturdugu sirayi degis- tirmeyi geçirdi, ama babasi ona yasli insanlara karsi saygili olmayi ögretmisti. Bunun üzerine kitabi yaslr adama uzat- ti. Bunu iki nedenden dolayi yapti: Birincisi, kitabin adini iyi söyleyemiyordu,- ikincisi, yasli adam okuma bilmiyor- sa, küçük düsmemek için kendisi sira degistirmek isteye- cekti. 30 - Himm! dedi yasli adam, sanki tuhaf bir nesneymis gibi, bütün dikkatiyle incelerken. Önemli bir kitap, ama çok sikici. Çoban çok sasirdi. Demek yasli adam da okuma bili- yordu ve bu kitabi daha önce okumustu. Onun dedigi gibi sikici bir kitapsa, degistirmek için hâlâ zamani vardi. - Bütün kitaplar gibi ayni seyden söz eden bir kitap, diye sürdürdü konusmasini yasli adam. Insanlarin kendi yazgilarini seçmek sansindan yoksun bulunduklarindan söz ediyor. Ve sonunda da, dünyanin en büyük yalanma inandigini söylüyor. - Peki dünyanin en büyük yalani ne? diye sordu deli- kanli, saskinlik içinde, - Ne mi? Hayatimizin belli bir âninda, yasamimizin denetimini elimizden kaçiririz ve bunun sonucu olarak ha- yatimizin denetimi yazginin eline geçer. Dünyanin en bü- yük yalani budur. - Benim için böyle olmadi, dedi delikanli. Rahip ol- mami istiyorlardi, ben kendim çoban oldum. - Böylesi daha iyi, dedi yasli âdâm. Çünkü sen gez- meyi seviyorsun. "Düsüncelerimi okuyor,' diye geçirdi içinden Santi- ago. Bu sirada, pek öyle umursamadan kalin kitabin sayfa- larini karistiriyordu yasli adam. Çoban onun giysilerinin tuhafligini fark etti: Arap'a benziyordu, ama bu yörelerde olaganüstü bir sey degildi bu. Tarifa'dan ancak birkaç saat uzaktaydi Afrika. Çogu zaman kente alisveris yapmak için Araplar gelirdi,- günde birkaç kez tuhaf hareketler yaparak dua ettikleri görülürdü. - Neredensiniz? diye sordu delikanli. - Birçok yerden. - Kimse birçok yerden olamaz, dedi delikanli. Ben bir çoban olarak degisik yerlerde bulunabilirim, ama aslim bir yerdendir: Çok eski bir satosu olan bir kent. Orada dogdum. 3 1 - Peki, diyelim ki, ben de Salem'de1 dogdum. Çoban, Salem'in nerede oldugunu bilmiyordu, ama bilgisizliginden dolayi küçük düsmemek için de soru sor- mak istemiyordu. Bir süre alana bakti. Insanlar gi- dîp-geliyor, isleri baslarindan askmmis gibi görünüyorlar- di. - Nasil bir yer Salem? diye sordu sonunda, bir ipucu yakalamak Için. - Her zamanki gibi, her zaman nasilsa öyle. Dogrusu bir ipucu degildi yaniti. Ama en azindan Sa- lem'in Endülüs'te bulunmadigini biliyordu. Yoksa, bilirdi bu kenti. - Peki, ne yapiyorsunuz Salem'de? - Salem'de ne mi yapiyorum? Yasli adam ilk kez kahkahayla gülmeye basladi. Salem Kraliyim ben, ne soru! insanlar bir yigin acayip seyler söylüyorlar. Bazen, koyunlarla birlikte yasamak çok daha iyi, konusmaz ko- yunlar, yiyecek ve su aramaktan baska bir sey yapmazlar. Ya da kitaplar, dinlemek isterseniz size ilginç öyküler an- latir kitaplar. Ama insanlarla konusurken durum baska, öylesine tuhaf seyler söylerler ki, konusmayi nasil sürdü- receginizi bilemezsiniz. - Benim adim Melkisedek,2 dedi yasli adam. Kaç tane koyunun var? - Yeteri kadar, diye yanitladi çoban. Yasli adam onun hayati hakkinda daha fazla seyler ögrenmek istiyor- du. - Öyleyse, bir sorunumuz var. Yeteri kadar koyu- nun oldugunu düsündügün sürece sana yardim edemem. Delikanli içinde bir kizginlik hissetmeye basladi. Hiç- bir yardim istedigi yoktu. Sarap isteyen, sohbet etmek iste- yen, kitabiyla ilgilenen yasli adamin kendisiydi. 'Tevrat'ta adi geçen bir kent (Tefevin, XIV, 18} (Çev.) ? Salem Krali (Tevrat Teinin, XIV. 18); Yü<* Al'ah'tn rahib", AbiWt (Ibrahim Pey- gamber) mübarek kildi (Çrv) 32 - Kitabi geri verin bana, dedi. Koyunlarimin yanma gidip yola çikmaliyim. - On koyundan birini bana ver, dedi yash adam. O zaman, gizli hazineye ulasmak için ne yaptman gerektigini ögretirim sana. Delikanli bunun üzerine düsünü annjnsadi ve birden her sey apaçik ortaya çikti. Yash kadin para istememisti kendisinden, bu yasli adam (belki de kacjbnm kocasiydi) gerçekle hiçbir iliskisi olmayan bir bilgi karsiliginda daha fazla para sizdiracakti. Bu da bir Çingene olmaliydi. Ama, delikanli daha agzini açmadan, yasli adam yere egilip bir ince dal parçasi aldi ve alanin kumu üzerine bir- seyler yazmaya basladi. Yasli adam egildigi anda gögsünde bir sey parladi ve öylesine parladi ki, delikanlinin gözleri hiçbir sey görmez oldu. Ama, yasindan beklenmeyecek bir çabuklukla, harmanisiyle gögsünü örttü yasli adam. Delikanlinin göz kamasmasi geçti ve yasli adamin yazmak- ta oldugu seyleri açik seçik görmeye basladi. Küçük kentin alaninin kumlari üzerinde, babasinin ve annesinin adlarini okudu. Hayatinin o âna kadarki öykü- sünü, çocukken oynadigi oyunlari, papaz okulunun soguk gecelerini okudu. Simdiye kadar hiç kimseye anlatmadigi seyleri okudu: Karaca avlamak için babasinin tüfegini giz- lice alisini ya da yalniz basina yaptigi ilk cinsel deneyini. - Ben Salem Kraliyim, demisjti yasli adam. - Bir kral niçin bir çobanla çene çalsin? di^e sordu delikanli; tedirgin olmus, alabildigine sasirmisti. - Bunun birçok nedeni var. Ama diyelim ki, bunun en önemli nedeni senin Kisisel Menkibe'ni1 gerçeklestir- mek gücüne sahip olusun. Mtnkibt: Din büyüklerini n ya da tarihe geçmis, ünlü kifileriu yasamlarim ve olaganüs- tü davranislarini anlatan öykü. 'Yazgi'ya gönderme yapiliyor. (Çev,)^ Simyaci 33/3 Delikanli 'Kisisel Menkibe'nin ne anlama geldigini bilmiyordu. - SenIn her zaman gerçeklestirmek istedigin seydir. Hepimiz, gençken, Kisisel Menkibe'mizin ne oldugunu bi- liriz. - Hayatin bu döneminde, her sey açik seçiktir, her sey mümkündür ve hayal kurmaktan, hayatinda gerçekles- tirmek istedigi seylerin olmasini istemekten korkmaz. Ama zaman geçtikçe, gizemli bir güç, Kisisel Menkibe'nin gerçeklestirilmesinin olanaksiz oldugunu kanitlamaya bas- lar. Yasli adamin söylediklerinin genç çoban için önemli bir anlami yoktu. Ama su 'gizemli güçler'in ne oldugunu ögrenmek istiyordu: Anlattigi zaman tüccarin kizinin agzi bir karis açik .kalacakti. Olumsuz gibi görünen güçlerdir bunlar, ama aslinda sana Kisisel Menkibe'ni nasil gerçeklestirecegini ögretirler. Zihnini ve iradeni bunlar hazirlarlar, çünkü dünyada bir büyük gerçek vardir: Kim olursan ol, ne yaparsan yap, bü- fcüri' yüreginle gerçekten bir sey istedigin zaman, Evrenin Ruhu'nda bu istek olusur. Bu senin yeryüzündeki özel gö- revindir. - Insan yalnizca yolculuk yapmak istese? Ya da bir kumas tüccarinin kiziyla evlenmek istese? Ya da hazine aramak istese. Dünyanin Ruhu insanlarin mutluluguyla beslenir. Ya da mutsuzluklanyla, arzuyla, kiskançlikla. Kendi Kisisel Menkibe'sini gerçeklestirmek insanlarin biri- cik gerçek yükümlülügüdür. Her sey bir ve tek seydir. Ve bir sey istedigin zaman, bütün Evren arzunun gerçekles- mesi için isbirligi yapar. Ahiri ve gelip geçenleri seyrederek bir süre sustular. lif önce vasi' adam bozdu: M-Jui k-*'- "p güdü\ örsün? ilismemek daha iyidir,* dîye düsündü ve adama bu konuda bir sey söylemedi. Konusacak olsaydi, satici günlerce kafa patlatacakti: Her seyi yüzüstü biraksin mi yoksa birakma- sin mi? Ama küçük arabasina da iyice alismisti. Adami, kendisinin yol açacagi kararsizlik iskencesin- den kurtarabilirdi. Kentte dolasmaya basladi, limana kadar uzandi. Limanda küçük bir bina vardi, bu binanin pence- reye benzer bir deliginden insanlar bilet satin aliyorlardi. Misir ülkesinin Afrika'da oldugunu ögrendi. - Arzunuz? diye sordu gisedeki memur. - Belki, yarin, diye yanitladi delikanli uzaklasirken. Koyunlarindan birini satarak bogazin karsi yakasina geçe- bilirdi. Bu düsünce ürkütüyordu onu. - Al sana bir hayalperest daha, dedi gisedeki adam ar- kadasina, delikanli uzaklasirken. Bilet alacak parasi yok. Delikanli gisenin Önünde koyunlarini düsünmüs ve onlarin yanina gitmekten korkmustu. Iki yil içinde, ko- yun yetistiriciligi konusunda her seyi ögrenmisti. Her tür- lü koyun bakimini, koyun kirkmayi ve sürüyü kurtlardan korumayi ögrenmisti. Endülüs'ün bütün kir ve otlaklarini taniyordu. Koyunlarinin her birinin alis ve satis fiyatlarini biliyordu. 38 Arkadasinin agilina en uzun yoldan gitmeye karar verdi. Kentin bir satosu vardi; kaleye tirmanip surlarin üzerinde oturmak istedi cani. Yukaridan, Afrika'yi görebi- lirdi. Neredeyse bütün Ispanya'yi uzun süre Isgal etmis olan MagripHlerin buradan geldiklerini söylemisti biri, bir zamanlar. MagrIplilerden nefret ediyordu. Çingeneleri on- lar getirmislerdi. Yukaridan, yasli adamla gevezelik ettigi alan da arala- rinda olmak üzere kentin büyük bir bölümünü de görebi- lirdi. *Su ihtiyara rastladigim âna lanet olsun,' diye düsün- dü. Gördügü düsleri yorumlayabilecek bir kadin bulmaya gitmisti yalnizca. Ne kadin, ne de yasli adam, kendisinin bir çoban olusunu umursuyorlardi. Hayatta hiçbir seye ar- tik inanmayan, çobanlarin bir gün duygusal olarak koyun- larina baglanabileceklerini anlayacak durumda olmayan yalniz insanlardi bunlar. Kendisi koyunlarini çok iyi tani- yordu: Hangisi topalliyor, hangisi iki ay sonra kuzulaya- cak, hangileri tembeldir, hepsini biliyordu. Onlari kirkma- yi ve kesmeyi de biliyordu. Gitmeye karar verecek olursa, koyunlari aci çekerdi. Rüzgâr çikti. O, bu rüzgâri taniyordu: Gündogusu di- yorlardi bu rüzgâra, imansiz sürüleri bu rüzgârla birlikte gelmislerdi. Tarifa'ya gelmeden önce, Afrika'nin bu kadar yakin oldugunu hiç düsünmemisti. Çok büyük bir tehli- keydi bu: Magripliler ülkeyi yeniden istila edebilirlerdi. Gündogusu daha sert esmeye basladi. 'Koyunlarimla hazine arasinda kaldim,* diye tlüsündü. Karar vermek, alis- tigi sey ile sahip olmayi çok istedigi sey arasinda bir seçim yapmak zorundaydi. Ayrica tüccarin kizi da vardi, ama kiz koyunlar kadar önemli degildi, çünkü kendisine ba- gimli degildi kiz. Kesin olan bir sey vardi: Ertesi gün kiz kendisini görmese, bunun farkina bile varmazdi: Kiz için bütün günler birbirinin ayniydi ve bütün günler birbirine benzedigi zaman da insanlar, günes gökyüzünde hareket 3 9 ettikçe, hayatlarinda karsilarina çikan iyi seylerin farkina varamaz olurlar 'Annemi, babami, dogdugum kentin satosunu terk et- tim. Onlar bu duruma alistilar, ben de alistim. Koyunlar da benim yokluguma alisirlarsa iyi ederler,' diye düsündü. Yukaridan alana bakti. Seyyar satici patlamis misirla- rini satmayi sürdürüyordu. Bir süre önce yasli adamla soh- bet ettigi siraya bir genç çift gelip oturdu ve Öpüsmeye baslandi. 'Patlamis misir saticisi,' diye mirildandi, ama cümlesi- ni bitirmedi. Çünkü gündogusu daha da sert esmeye basla- misti; rüzgâri yüzünde hissetti. Kuskusuz MagriplIleri geti- riyordu bu rüzgâr, ama çölün ve peçeli kadinlarin da ko- kusunu tasiyordu buralara. Bir gün, Bilinmez'in pesine düsmüs, altin, serüven ve piramitleri aramaya çikmis in- sanlarin terini ve hayallerini de getiriyordu. Rüzgârin öz- gürlügünü kiskandi delikanli ve onun gibi olabilecegini an- ladi. Kendisinden baska hiçbir sey engel degildi buna. Koyunlar, tüccarin kizi, Endülüs kirlari onun Kisisel Menkibe'sinin menzillerinden baska bîr sey degillerdi. 40 ERTESI GÜN ÖGLEYIN YASLI ADAMIN YANI- na gitti delikanli. Yaninda alti koyun götürdü. - Çok sasirdim, dedi yasli adama. Arkadasim sürüyü satin aldi hemencecik. Ömür boyu çoban olmayi hayal et- tigini söyledi bana; iyiye alamet. ' - Hep böyle olur, diye karsilik verdi yasli adam. Biz buna Lütuf Kurali adini veririz. Ilk kez kâgit oynadigin za- man, kesinlikle kazanirsin. Acemi talihi. - Peki neden böyle oluyor? - Çünkü hayat senin Kisisel Menkibe'ni yasamani is- tiyor. Sonra alti koyunu incelemeye basladi ve bir koyunun topalladigini fark etti. Delikanli bunun önemsiz bir sey ol- dugunu, çünkü bu koyunun, koyunlarinin en akillisi oldu- gunu ve çok yün verdigini söyledi. - Hazine nerede? diye sordu. - Misir'da, Piramitlerin yaninda. Çoban irkildi. Yasli kadin ayni seyi söylemis, üstelik para da almamisti. - Hazineye ulasmak Için isaretlere dikkat etmen gere- kiyor. Tanri, herkesin izlemesi .gereken jyolu yeryüzüne çizmistir, yazmistir. Senin yapman gereken, senin için yaz- diklarini okumak yalnizca. Delikanli konusmaya baslamadan önce, kendisiyle yasli adam arasinda bir pervane havalandi. Dedesini anim- sadi; dedesi pervanelerin sans simgesi olduklarini söylemis- ti çocuklugunda. Tipki circirböcekleri, yesil çekirgeler, küçük gri kertenkeleler ve dört yaprakli yoncalar gibi. 4 1 - Dogrudur, dedi, delikanlinin düsüncelerini okuyan yasli adam. Tipki sana dedenin ögrettigi gibi. Birer isaret- tir bunlar. Sonra sarindigi harmaniyi açti. Delikanli daha önce görmüs oldugu seyden çok etkilenmisti; bir gün önce göz- lerini kamastiran pariltiyi animsadi. Degerli taslarla süslü som altindan kocaman bir gögüslük1 vardi gögsünde yasli adamin. Gerçek bir kraldi yasli adam. Haydutlarin saldirisina ugramamak için böyle gizleniyordu. - Al! dedi, gögüslügünün ortasina kakilmis biri be- yaz, biri siyah iki tas çikartarak. Birinin adi Urim,2 Öteki- nin adi da Tummim'dir. Siyah olani 'evet* demektir, be- yaz olani 'hayir' anlamina gelir. Isaretleri yorumlamayi basaramadigin zaman sana yardim ederler. Ama her za- man nesnel sorular sor. - Ama, mümkünse, kendi kararlarini kendin al. Ha- zine Piramitlerin yakininda bulunuyor, bunu biliyorsun zaten. Bana alti koyun vermek zorunda kaldin, çünkü ka- rar vermene ben yardimci oldum. Delikanli iki tasi heybesine koydu. Artik kararlarini kendisi verecekti. - Her seyin bir ve tek sey oldugunu asla unutma. Simgelerin dilini unutma. Ve özellikle, Kisisel Menki- be'nin sonuna kadar gitmeyi unutma. - Ama simdi sana küçük bir öykü anlatmak istiyo- rum. Bir tüccar Mutlulugun Gizi'ni ögrenmesi için oglunu insanlarin en bilgesinin yanma yollamis. Delikanli bir çöl- 1 TYvrat'ui Çtktj bölümünün *Vr s"i Israil ogullan arasindan bana kâhinlik etmesi için. kardesin Harun'u v* kruditivîf be rabcr ogullanin, Harun'u vr ogullan Nadab w Abi- huvu, Eleazar vr Itaman yanina getir.' cüm.rsiyle baijayaii 28 'inci babinda, yapilacak "vaplar (gögüslük vr f f od ve "itan vr tiakiçh gömlek, tank vr kirçak) sayihr. Mrtindr grçrn 'gögüslük' Tevrat'taki gOgfBlOgt- g&nyapmaktadir. (Çrv.) l'rini vr Tutmaim: Büvök rahibin g£gfiilûgQiide bulurun vr Tanri iradelinin jinigcii olan iki tas. "Ve Urim ilf Tummin.i hftküm gögöjlûgö içiiif koyacaksin ve RABBIN fltifii.f girdigj zaman Harun'un vörrg, fizfnndf olacaklar ve Hanin RABBÎN jtnfliidr Israil ogullanniii hükmün fi dûma vûrfgi üzerimir tasiyacak.' (TVvrat, Çtkif, 29 : 30) 42 de kirk gün yürüdükten sonra, sonunda bir tepenin üze- rinde bulunan güzel bir satoya varmis. Söz konusu bilge burada yasiyormus. Bir ermisle karsilasmayi bekleyen bizim kahraman, girdigi salonda hummali bir manzarayla karsilasmis: Tüc- carlar girip çikiyor, insanlar bir kösede sohbet ediyor, bir orkestra tatli ezgiler çahyormus; dünyanin dört bir yanin- dan gelmis lezzetli yiyeceklerle dolu bir masa da varmis. Bilge sirayla bu insanlarla konusuyormus ve bizim deli- kanli kendi sirasinin gelmesi için iki saat beklemek zorun- da kalmis. Delikanlinin ziyaret nedenini açiklamasini dikkatle dinlemis bilge, ama Mutlulugun Gizi'ni açiklayacak zama- ni olmadigini söylemis ona. Gidip sarayda dolasmasini, kendisini iki saat sonra görmeye gelmesini salik vermis. "Ama, sizden bir ricada bulunacagim,' diye eklemis bilge, delikanlinin eline bir kasik verip sonra bu kasiga iki damla siviyag koymus. 'Sarayi dolasirken bu kasigi eliniz- de tutacak ve yagi dökmeyeceksiniz.' Delikanli sarayin merdivenlerini inip-çikmaya basla- mis, gözünü kasiktan ayirmiyormus. Iki saat sonra bilge- nin huzuruna çikmis. "Güzel, demis bilge, peki yemek salonumdaki Acem halilarini gördünüz mü? Bahçivan Basi'nin yaratmak için on yil çalistigi t bahçeyi gördünüz mü? Kütüphanemdeki güzel parsömenleri fark ettiniz mi?' Utanan delikanli hiçbir sey göremedigini itiraf etmek zorunda kalmis. Çünkü bilgenin kendisine verdigi iki damla yagi dökmemeye çabalamis, baska bir seye dikkat edememis. 'Öyleyse git, evrenimin harikalarini tani,* demis ona bilge. 'Oturdugu evi tanimadan bir insana güvenemezsin.' Içi rahatlayan delikanli kasigi alip sarayi gezmeye çik- mis. Bu kez, duvarlara asilmis, tavanlari süsleyen sanat ya- pitlarina dikkat ediyormus. Bahçeleri, çevredeki daglari, Çiçeklerin güzelligini, bulunduklari yerlere yakisan sanat 4 3 yapitlarinin zarafetini görmüs. Bilgenin yanina dönünce, gördüklerini bütün ayrintilariyla anlatmis. 'Peki sana emanet ettigim iki damla yag nerede?* diye sormus bilge. Kasiga bakan delikanli, ikI damla yagin dökülmüs ol- dugunu görmüs. Teki,* demis bunun üzerine bilgeler bilgesi, *sana ve- rebilecegim tek bir ögüt var: Mutlulugun Gizi dünyanin bütün harikalarini görmektir, ama kasiktaki iki damla yagi unutmadan/ Çoban agzini açip konusmadi. Yasli kralin anlattigi öykünün anlamini kavramisti. Bir çoban gezmeyi sevebi- lir, ama koyunlarini asla unutmaz. >Yasli adam, delikanliya bakti ve sonra, açik elleriyle, delikanlinin basinin üzerinde bazi tuhaf isaretler yapti. Sonra koyunlarini önüne katip uzaklasti oradan. 44 KÜÇÜK KESI- TARIFA KENTININ YUKARI minde Magriplilerin yaptirdigi eski bir kale vardir; kale surlarina oturan biri asagida bir alan, bir patlamis misir sa- ticisi ve karsida da bir parça Afrika görebilir. Salem Krali Melkisedek o aksam kale surlarina oturdu ve yüzünde gündogusu adi verilen rüzgâri hissetti. Sahip degisikliginin ve kargasalarin altüst ettigi tedirgin koyun- lar biraz ileride kimildanip duruyorlardi. Bütün arzulari yalnizca yiyecek ve içecekti. Melkisedek limandan uzaklasan küçük gemiye bakti. Genç çobani bir daha hiç görmeyecekti, tipki asar vergisi- ni ödedikten sonra Abram'i bir daha hiç görmedigi gibi. Ama isinin özelligiydi bu. Tanrilarin dilekleri olamaz, çünkü tanrilarin Kisisel Menkibeleri yoktur. Bununla birlikte, Salem Krali yüregi- nin derinliklerinden, delikanlinin basariya ulasmasini dile- di. *Ne yazik! Yakinda adimi unutacak," diye düsündü, 'Ona adimi birkaç kez tekrarlatmaliydim. Benden söz etti- gi zaman, benim Salem Krali Melkisedek oldugumu söyle- meliydi.' ' "Ve Abram (tbrahim. Ö.I.), Kederlaomer ve beraberinde olan krallari vurup döndük- ten sonra, Save Vadisinde Sodom Krali onu karptamava çikti (bu Kralin VadUidir). Ve Salem Krali Melkisedek ekmek ve sarap çikardi vr Yüce Allahin kahini idi. Ve onu mü- barek kilip dedi: Göklerin ve yerin sahibi Yüce Allah tarafindan Abram mübarek ol- tun; senin düsmanlarim eline teslim eden Yûcr Allah mübarek olsun. Ve her peyden kendisine ondalik verdi. Ve Sodom Krali Abram'a dedi: Canlan bana ver ve mali kendi- ne al. Ve Abram Sodom Kralina dedi: Göklerin ve yerin sahibi Yüce Allaha, RABBE, ne bir iplik, ne bir çank bagi, ut de sana ait olan bir seye almamaya elimi kaldirdim, ta ki: Abram'i zengin ettim, demeyesin. Ancak gençlerin yediklerinden ve benimle giden adamlann, Aner, Ejkol ve Mamre'nin payyukn baskasi bana olmasin; bunlar paylarini alimlar. (Tevrat, Ttkvm, XIV, 17-23) (Çev.) 4 5 Sonra gözlerini gökyüzüne kaldirdi, düsündüklerin- den utanmisti: Biliyorum: Boslarin bosu.1 Senin de söyle- digin gibi, Tanrim. Ama bazen bir ihtiyar kral da kendi- siyle gururlanmak gereksinimi duyabilir. 'Tevrat, VWz, 1:2. (Çrv.) 46 'NE TUHAF BIR MEMLEKET DI- ye düsündü delikanli. SU AFRIKA!' Kentin daracik sokaklarinda dolasirken gördügü öteki kahvehanelere benzeyen bir kahveye oturmustu, insanlar, agizdan agiza dolastirdiklari devsel pipolar içiyorlardi. Bir- kaç saat içinde, el ele tutusarak dolasan erkekler" yüzleri peçeli kadinlar, yüksek kulelerin tepesine çikip sarki söyle- yen din adamlari, bunlarin çevresinde de diz çöküp alinla- rini yere vuran insanlar görmüstü. 'Imansizlarin tapinmalari,' diye düsündü. Çocukken, köylerindeki kilisede, bir kir ata binmis Ermis Santiago Matamoros'un1 heykelini görürdü: Kilicini çekmis, ayak- larinin altinda buranin insanlarina benzeyen insanlar. Ken- dini tedirgin ve yalniz mi yalniz hissediyordu. Imansizla- rin korkunç kötücül bakislari vardi. Üstelik, yola çikmanin büyük telasi içinde, bir ayrin- tiyi unutmustu, uzun süre kendisini hazinesinden uzak tu- tabilecek bir tek ayrintiyi: Bu ülkede herkes Arapça konu- suyordu. Kahvenin sahibi yaklasti; delikanli yandaki masaya getirildigini gördügü bir içecegi parmagiyla isaret etti. Isa- ret ettigi çaydi, aci çay. Oysa sarap içmek isterdi. Ama simdi böyle seylerle kaygilanacak zaman degildi. Hazinesinden baska bir sey düsünmemeliydi, onu nasil ele geçirecegini düsünmeliydi. Koyunlarin satisindan oldukça önemli bir para saglamisti ve paranin büyülü bir gücü ol- 1 Böyûk YIkub (Saiuc Jarqgrt \t Majeur): tta'nii. on iki havariiiiidru biri. Dört incil'den bîrini yazmif olan Yuluiina'uin 'Balikçi' lakabiyla anilan kardesi. Kral Hiroctn tarafin. dan kiliçla öldürüldö (Incil, Rnuüerui tflfri, 12: 2). ispanya'da çok özrl bir yrri olan ha- vari. (Çev.) 4 7 dügünü biliyordu: Parasi olan insan hiçbir zaman tama- men yalniz degildir. Kisa bir süre sonra, belki de birkaç gün'içinde, Piramitlere ulasacakti. Gögsü piril piril altinla kapli bir ihtiyarin alti koyununu almak için yalan seyler anlatmaya gereksinimi yoktu. Yasli kral ona simgelerden söz etmisti. Bogazi geçer- ken simgeleri düsünmüstü. Evet, onun nelerden söz ettigi- ni çok iyi biliyordu: Endülüs kirlarinda geçirdigi zaman içinde, izlemesi gerekli yolla ilgili isaretleri yeryüzünde ve gökyüzünde okumaya alismisti. Falanca kusun varligi ya- kinlarda bir yilan bulundugunun isaretiydi; filanca çali ise çevrede su bulundugunun belirtisiydi. Bunlari ögrenmisti. Bunlari koyunlar ögretmisti ona. Tanri koyunlari böylesine iyi güdüyorsa, bir insani da güdecektir,' diye düsündü ve içinin rahatladigim hisset- ti. Çay daha az aci geldi. - Sen kimsin? dîye soruldugunu duydu Ispanyolca. Birdenbire kendini alabildigine güçlü hissetti. Kendisi simgeleri düsünürken biri çikagelmisti. - Sen nasil oluyor da Ispanyolca konusabiliyorsun? diye sordu. Karsisindaki Avrupali gibi giyinmis bir gençti, ama ten rengi onun bu kentten oldugunu akla getiriyordu. He- men hemen kendi boyunda, kendi yasindaydi. - Burada hemen hemen herkes Ispanyolca konusur. Ispanya'dan iki saat uzaktayiz yalnizca. - Otur. Bir sey ismarlayayim sana". Benim için de sa- rap söyle. Su çaydan nefret ediyo-um, - Bu ülkede sarap yoktur, diye karsilik verdi öteki. Din yasaklamistir. Genç çoban bunun üzerine Piramitlere gitmesi gerek- tigini söyledi. Tam hazineden de söz açacakti ki bunun dogru olmayacagini düsündü. Arap çocuk kendisini oraya götürmek için hazineden pay isteyebilirdi. Yasli adamin henüz sahip olunmayan seylere iliskin öneriler konusunda kendisine söylediklerini animsadi. 48 - Mümkünse beni oraya götürmeni rica edecegim. Kehberük ücretini öderim. Oraya nasil gidildigi konusun- da bir fikrin var mi? Kahve sahibinin yakinlarinda oldugunu ve .konusma- larini dikkatle dinledigini fark etti delikanli. Adamin ora- da bulunusu canini sikiyordu biraz. Ama bir rehbere rast- lamisti ve bu firsati kaçirmayacakti. - Koskoca Sahra Çölünü geçmek gerek, dedi Arap çocuk. Bunun için de para gerekir. Ilkin yeterince paran var mi bakalim, bunu bilmek isterim. Delikanli bu soruyu biraz tuhaf buldu. Ama onun, yasli adama güveni vardi ve yasli adam ona, gerçekten bir sey yapmak istiyorsaniz, bütün evrenin sizin yarariniz için isbirligi yapacagini söylemisti. Parasini cebinden çikartip yeni arkadasina gösterdi. Kahve patronu biraz daha yaklasip yakindan bakti. Iki adam aralarinda Arapça birseyler konustular. Patron öfke- lenmise benziyordu. - Buradan gidelim, dedi Arap delikanli. Burada kal- mamizi istemiyor patron. Delikanli kendini daha rahatlamis hissetti. Borcunu ödemek için ayaga kalkti, ama patron onu kolundan tutup noktasiz, virgülsüz uzun bir söylev çekmeye basladi. Deli- kanli güçlü olmasina güçlüydü, ama yabanci bir ülkede bu- lunuyordu. Yeni arkadas kahve patronunu kenara Itip de- likanliyi disari çikardi. - Parana göz koymus, dedi. Tanca, Afrika'nin öteki yerlerine benzemez. Burasi bir liman, limanlar da hirsiz yuvasidir. Zor bir durumdayken kendisine yardim eden bu yeni arkadasina demek ki güvenebilirdi. Cebinden çikartarak parayi saydi. - Yarin tPiramitlere ulasabiliriz, dedi öteki, parayi alirken. Ama iki deve satin almam gerekiyor. Tanca'nm daracik sokaklarinda birlikte yürüdüler. Her köse bucakta satilacak mal sergileri vardi. Sonunda Simyaci 49/4 pazarin kuruldugu büyük alana geldiler. Binlerce insan pa- zarlik ediyor, alip-satiyordu; sebzelerle halilar, türlü çesitli pipolar yan yana sergilenmisti. Delikanli yeni arkadasinin üzerinden gözlerini ayirmiyordu. Bütün parasinin artik onun ellerinde oldugunu unutmuyordu. Parayi ondan geri istemeyi aklindan geçirdi, ama bunun kabalik olacagini dü- sündü. Simdi üzerinde dolasmakta oldugu bu yabanci top- raklarin gelenek ve göreneklerini bilmiyordu. - Gözüm üzerinde olsun, bu yeterli, diye düsündü. Kendisi ondan daha güçlüydü. Birden bu korkunç karmakarisik esya yigininin orta- sinda, simdiye kadar görmedigi kadar güzel bir kilica ilisti gözleri. Kini gümüstendi, siyah kabzasina degerli taslar ka- kilmisti. Misir dönüsü bu kilici almaya karar verdi. - Saticiya kilicin fiyatini soruver, dedi arkadasina. Ama silahi seyrederken iki saniye dalmis oldugunu da fark etti. Sanki birdenbire gögüs kafesi daralmis gibi yüregi si- kisti. Kendisini neyin bekledigini bildiginden, yan tarafa bakmaya korktu. Gözleri güzel kilicin üzerinde, bir an öy- le kaldi, sonra, bütün cesaretini toparlayarak basini çevir- di. Çevresinde pazar alani vardi, gidip-gelen, bagi- rip-çagiran, hali" findik, bakir tepsilerin yaninda kivircik marullar, sokakta el ele tutusmus erkekler, peçeli kadinlar, degisik yiyeceklerin hos kokulari vardi.. Ama hiçbir yer- de, kesinlikle hiçbir yerde, arkadasinin gölgesi bile yoktu. Birbirlerini kaybetmelerinin bir rastlanti olduguna Inanmak istedi. Ötekinin geri dönecegini umarak bulun- dugu yerde kalmaya karar verdi. Bir süre sonra, su malûm kulelerden birine bîr adam çikip sarki söylemeye basladi; bunun üzerine orada bulunanlar diz çöküp alinlarini yere vurdular ve onlar da sarki söylemeye basladilar. Daha son- ra, is Sacinda bir karinca yuvasi gibi barakalarini bozup VI,' ktvuldular. 50 Günes de batmaya basladi. Genç adam, alani çevrele- yen beyaz evlerin arkasinda yitinceye kadar uzun süre gü- nese bakti. Ayni günes bu sabah dogarken, kendisinin bir baska anakarada bulundugunu; orada çobanlik yaptigini, altmis koyunu oldugunu ve bir genç kizla bulusacagini dü- sündü. Sabahleyin kirlarda dolasirken basina geleceklerin hepsini biliyordu. Oysa simdi günes batarken bir baska ülkede bulunu- yordu, dillerini bile anlamadigi insanlarin yasadigi bir ya- banci ülkede bir yabanciydi o. Artik çoban degildi, kendi- sine ait hiçbir seyi yoktu; ülkesine geri dönmek ve her se- ye yeniden baslamak için gerekli olan parasi bile. "Bütün bunlar ayni günesin dogup batisi arasinda ol- du,' diye düsündü. Daha duruma alismadan göz açip kapa- yincaya kadar kisa zamanda, hayatta kimi zaman kosulla- rin degistigini düsünerek kendisine acidi. Aglamaya utaniyordu. Koyunlarinin karsisinda hiçbir zaman aglamamisti. Ama pazar alani bombostu ve kendisi yurdundan uzaktaydi. Agladi. Tanri adil olmadigi için, kendi düslerine ina- nan insanlari bu sekilde ödüllendirdigi için agladi. "Koyun- larimin yaninda mutluydum ve mutlulugumu çevremde bulunanlarla paylasiyordum. Geldigimi gören insanlar be- ni iyi karsiliyorlardi. Simdi kederli ve mutsuzum. Ne ya- pacagim? Daha kati olacagim ve bir insan bana ihanet etti- gi için de artik kimseye güvenmeyecegim. Kendi hazinemi bulamadigim için gizli hazine bulan herkesten nefret ede- cegim. Ve bütün dünyayi kucaklayamayacak kadar küçük biri oldugum için, sahip oldugum az bir seyi her zaman korumaya çalisacagim.' Içinde ne var diye bakmak için heybesini açti; gemi- deyken yedigi börekten bir parça kalmisti belki. Ama ko- caman kitaptan, yamçidan ve yasli adamin kendisine verdi- gi o iki tajtan baska bir sey bulamadi. Bu taslari görünce, büyük bir teselli hissetti Içinde. Alti koyununu, altin bir gögüslükten çikartilan bu taslarla 5 1 degistokus etmisti. Bunlari satip dönüs bileti alabilirdi. "Bundan böyle artik daha kurnaz olacagim,' diye düsündü, iki tasi heybeden alip cebine soktu. Burasi bir limandi ve Arap çocugun kendisine söyledigi tek dogru sey de buydu: Bir Umanda her zaman bir sürü hirsiz vardir. Kahve patronunun umutsuz çabalarini simdi anliyor- du: Bu adama güvenmemesini söylemeye çalisiyordu. *Ben de herkes gibiyim: Dünya gerçeklerine olduklari gibi degil de olmalarini istedigim gibi bakiyorum.' Taslara bir süre bakti. Onlari usulca oksadi, sicaklikla- rini, kaygan yüzeylerini parmaklarinin ucunda hissetti. Hazinesiydi onun bu taslar. Onlara dokunmak yatistirdi onu. Taslar ona yasli adami animsatti. "Bir seyi gerçekten istersen," demisti yasli adam ona, "onu gerçeklestirmen için bütün evren isbirligi yapar." Delikanli bunun dogru olup olmadigini anlamak iste- di. Bombos bir pazar alanindaydi, ne cebinde tek kurus, ne de geceleyin bekleyecegi koyunlari vardi. Ama bu taslar onun bir krala rastlamis oldugunun kanitiydi; onun Kisi- sel Menkibesi'ni bilen, babasinin silahiyla ne yaptigindan, ilk cinsel deneyiminden haberi olan bir krala rastlamisti. "Taslar kâhinlik yapmaya yararlar. Adlari Urim ile Tummim." Taslari heybesine koydu tekrar ve bir deney yapmaya karar verdi. Yasli adam, taslar ancak insan ne istedigini bil- digi zaman ise yaradigi için onlara açik-seçik sorular sor- mak gerektigini söylemisti. Bunun üzerine, yasli adamin kutsamasinin hâlâ kendi üzerinde olup olmadigini sordu. Taslardan bîrini çikardi. *Evet* idî çikan tas. - Hazinemi bulacak miyim? diye sordu. Elini heybeye soktu, taslardan birini almak istedi. Ama taslar heybedeki bir delikten asagi .düstüler. Heybede bir delik MIdugunu fark etmemisti. ÜrIm ile Tummim'i vecizi i .IUP hevheve kovmak Için egildi. Ama onlari gö- "Simgelere saygili olmayi ve onlari izlemeyi ögren," demisti yasli kral. Bir isaret. Delikanli kendi kendine gülmeye basladi. Sonra taslari yerden alip heybesine koydu. Deligi dikmeye niyetli degildi; taslar canlarinin istedigi zaman bu delikten düsebilirlerdi. Kendi yazgisindan kaçmamak için bazi sey- lerin sorulmamasi gerektigini ögrenmisti. TCendI kararlarimi kendim almaya söz veriyorum/ dedi içinden. Ama taslar, yasli adamin her zaman onun yaninda ol- dugunu söylemislerdi, bu yanit kendine yeniden güven duymasini saglamisti. Yeniden bos pazar yerine bakti, ön- ceden hissettigi umutsuzlugu artik hissetmedi. Artik ya- banci bir dünya degildi burasi: Yeni bir dünyaydi. Dogrusu, tam olarak onun istedigi de buydu zaten: Yeni dünyalar tanimak. Piramitlere hiçbir zaman varama- yacak olsa da tanidigi bütün çobanlardan çok daha uzakla- ra gitmisti simdiden. "Ah! vapurla iki saat ötede ne çok degisik seyler oldu- gunu bir bilselerdi..." Yeni dünya bos bir pazar yeri halinde karsisinda du- ruyordu, ama burayi civil civil hayat doluyken de görmüs- tü daha önce ve bir daha hiç unutmayacakti. Kilici animsa- di; bir an dalip onu seyretmeyi çok pahali ödemisti, ama simdiye kadar ona benzer bir sey de görmemisti hayatin- da. Ister bir hirsizin kurbani olarak, ister hazine pesine düsmüs bir serüvenci olarak olsun, dünyaya bakabilecegini anladi birden. 'Bir hazine pesine düsmüs bir serüvenciyim ben,' diye düsündü, yorgunluktan bitkin durumda uykuya dalmadan önce. 5 3 BIRININ OMZUNDAN HISSEDE- SARSTIGINI rek uyandi, simdi yeniden canlanmakta olan pazar alani- nin ortasinda uyumustu. Koyunlarini arayarak çevresine bakindi ve o zaman artik baska bîr dünyada oldugunu anladi. Bundan hüzün duyacagina, tam tersine kendini mutlu hissetti. Su ve yiye- cek pesine düsmek zorunda degildi artik ve simdi bir hazi- ne aramaya baslayabilirdi. Cebinde tek metelik yoktu, ama hayata olan inanci tamdi. Önceki aksam, okuma alis- kanligi edindigi kitaplardaki kahramanlar gibi bir serüven- ci olmayi seçmisti. Acele etmeden alani dolasmaya basladi. Saticilar bara- kalarini kurmaya baslamislardi; sekerleme satan birinin barakasini kurmasina yardim etti. Bu adamin yüzünde bas- kalarinmkine benzemeyen bir gülümseme vardi: Nese do- luydu, hayata açikti, zorlu bir Is gününe baslamaya hazir- di. Gülümsemesi, bir bakima su yasli adami, bîr süre önce tanismis oldugu su gizemli yasli krali animsatan bir gülüm- semeydi. *Bu tüccar yolculuk yapmak ya da bir tüccar ki- ziyla evlenmek için sekerleme imal etmiyor. Hayir, bu meslegi sevdigi için sekerleme üretiyor,' diye düsündü de- r likanh. Adamin, o yasli adamin yaptigini yapabilecegini fark etti: Bîrinin kendi Kisisel Menkibe'sine yakin ya da uzak oldugunu bir bakista anlamak. 'Kolay bir sey, ama ben henüz bunu anlamaktan uzagim.' Baraka kurulunca, satici hazirladigi ilk tatliyi delikan- liya sundu. Delikanli tatliyi büyük bir hazla yedi, tesekkür etti ve yola koyuldu. Biraz uzaklasmisti ki, barakayi iki ki- sinin kurdugu aklina geldi, bunlardan biri Arapça, öteki Ispanyolca konusuyordu. 54 Yine de pek güzel anlasmisti ikisi. 'Sözcüklerin ötesinde bir dil var,' diye düsündü. 'Da- ha önce koyunlarla böyle bîr deneyimim olmustu, simdi de ayni seyi insanlarla yapiyorum.' Iste böyle yeni ve degisik seyler ögrenmekteydi. Daha önce de yasadigi seylerdi bunlar, ama gene de yeniydiler, çünkü daha önce karsilastigi, ama varliklarinin farkina var- madigi seylerdi bunlar. Bu seylere alistigi için böyle ol- mustu. 'Sözcüklere gereksinim duymayan bu dili çözümle- meyi ögrenmeyi basarirsam, dünyayi kavramayi basaraca- gim.' . '.. ' "Her sey bir tek ve ayni seydir," demisti yasli adam. Tanca'nin daracik sokaklarinda kaygisizca dolasmaya karar verdi: Simgeleri algilamayi ancak bu sekilde basara- bilirdi. Bu hiç kuskusuz büyük bir sabir gerektiriyordu, ama sabir bir çobanin ögrendigi ilk erdemdir. Koyunlarin kendisine ögretmis oldugu dersleri bu ya- banci dünyada uygulamaya koydugunu bir kez daha anla- di. "Her sey bir tek ve ayni seydir," demisti yasli adam. 5 5 BILLÛRIYECI, GÜNESIN OLDU- DOGMAKTA gunu gördü ve her sabah duydugu sikinti duygusunu gene hissetti. Neredeyse otuz yildir ayni yerdeydi, müsterilerin pek ender ayak bastigi yokus yukari bir sokagin sonunda- ki bu dükkânda. Simdi artik herhangi bir seyi degistirmek için çok geçti: Hayati boyunca Ögrendigi tek sey billûriye alip-satmakti. Bir zamanlar dükkâni pek ünlüydü, pek çok insan bilirdi bu dükkâni: Arap tüccarlar, Fransiz ve Ingiliz yerbilimciler, Alman askerler, yani her zaman cepleri para dolu insanlar, O siralar billûriye saticiligi olaganüstü bir serüvendi ve nasil zengin olacagini, yaslandigi zaman'sahip olacagi güzel kadinlari hayal ederdi. Sonra yavas yavas zaman geçti ve kent degisti. Septe kenti, Tanca kadar zenginlesti ve ticaretin niteligi degisti. Komsular baska yerlere tasindilar ve bir süre sonra tepede birkaç dükkândan baska bir sey kalmadi. Birkaç önemsiz dükkân için hiç kimse yokusu tirmanmayi göze almiyor- du. Ama Billûriye Tüccarinin seçim sansi yoktu. Hayati- nin otuz yilini kristal esya alip satarak yasamisti; hayatina, yeni bir yön vermek için artik çok geçti. Bütün sabah dar sokaktan gelip geçenlere bakti, pek az insan gelip geçmisti. Yillardir böyleydi bu; geçenlerin hepsinin aliskanliklarini biliyordu. Ögle yemegi vaktinden birkaç dakika önce, genç ya- bwci vitrinin önünde durdu. Herkes gibi giyinmisti genç adam, ama Billûriye Tüccarinin deneyimli gözleri bu gen- cin cebinde para olmadigina karar verdi. Her seye karsin 56 dükkâna geri dönmeye, genç adam gidinceye kadar birkaç dakika beklemeye karar verdi. 5 7 KAPIDA, DÜKKÂNDA DIL BIRÇOK YABANCI konusuldugunu belirten bir tabela vardi. Delikanli tezgâ- hin gerisinden birinin çiktigini gördü. -Isterseniz, dedi, bu vazolari temizleyebilirim. Bu durumda hiç kimse satin almak istemez bunlari. • Tüccar hiçbir sey söylemeden delikanliya bakti. -* Buna karsilik, karnimi doyurmam için bana bîrsey- ler verirsiniz, tamam mi? Adam konusmuyordu. Delikanli karari kendisinin vermesi gerektigini anladi. Heybesinde yamçisi vardi, çöl- de ona gereksinimi olmayacakti. Yamçiyi çikardi ve vazo- lari silmeye basladi. Yarim saat içinde, vitrinde bulunan bütün kristalleri silmisti. Bu süre içinde, iki müsteri gelip birçok billûriye aldi. Her seyi temizleyince, dükkân sahibinden yemek için birseyler vermesini istedi. - Haydi yemege gidelim, dedi Billûriye Tüccari. Kapiya bir tabela asti ve yokusun sonunda bulunan küçük bir asevine gittiler. Asevinde bulunan tek masaya oturduklari zaman Billûriye Tüccari gülümseyerek konus- tu: - Aslinda herhangi bir sey temizlemen gerekmezdi. Kur'an'in yasasi aç insanlari doyurmayi buyurur. - Peki öyleyse neden benim bunu yapmama izin ver- diniz? diye sordu delikanli. - Çünkü kristaller kirliydi. Ve benim gibi senin de kafamizdaki kötü düsünceleri temizlememiz gerekiyordu. Yemekleri bitince delikanliya döndü Tüccar: - Dükkânimda çalismani isterdim. Bugün sen kristal- leri silerken iki müsteri geldi: Iyi bir isaret. 58 "insanlar durmadan isaretlerden söz ediyorlar/ diye düsündü çoban. 'Ama tam olarak neden söz ettiklerini bil- miyorlar. Tipki, yillardir benim koyunlarimla sözcüksüz bir dille konusmus oldugumu fark etmemis olmam gibi.' - Benimle çalisacak misin? diye sorusunu yineledi Billûriye Tüccari. - Günün geri kalan süresinde çalisabilirim, diye ya- nitladi delikanli. Dükkândaki bütün kristalleri sabaha ka- dar temizlerim. Buna karsilik yarin benim MisirJa gitmem için gereken parayi ödersiniz. Yasli adam birden gülmeye basladi. - Dükkândaki kristalleri bütün bir yil silsen de, sati- lan her seyden yüklü bir komisyon da alsan, Misir'a git- mek için epeyce borç para bulman gerekir. Tanca ile Pira- mitler arasinda binlerce kilometrelik bir çöl var. Bunun üzerine öyle bir sessizlik oldu ki kent birden- bire uykuya dalmis izlenimi uyandirdi. Sanki artik pazar mazar yoktu, saticilar arasindaki tartismalar sona ermis, minarelere çikip sarki söyleyen insanlar toz olmus, kabza- lari kakmali güzel kiliçlar uçup gitmisti. Umut ve serüven, yasli krallar ve Kisisel Menkibeler yoktu artik. Ne hazine, ne de Piramitler vardi. Delikanlinin ruhu sessizlige gömül- dügü için sanki bütün dünya dilsiz kesilmisti. Ne dert, ne aci, ne hayal kirikligi: Yalnizca küçük asevinin küçük ka- pisindan geçip giden bos bir bakis ve uçsuz bucaksiz ölüm arzusu, ayni anda her seyin sonsuza dek bittigini görmek dilegi. Tüccar ona saskin saskin bakti. Bu sabah çevresinde gördügü bütün nese sanki bir anda uçup gitmisti. - Ülkene geri dönmen için gereken parayi sana veri- rim, oglum, dedi Billûriye Tüccari. Delikanli sessiz kaldi. Sonra ayaga kalkti, giysilerine çekidüzen verdi ve heybtsini aldi. - Sizinle çalisacagim, dedi. 5 9 Ikinci Bölüm Ve uzun bir sessizlikten sonra, sözünü bitirmek için ekledi: - Birkaç koyun almak için paraya gereksinimim var. NEREDEYSE TÜCCA- BIR AYDIR BILLÛRIYE rinin'yaninda çalisiyordu delikanli. Ne var ki, onu tam an- lamiyla mutlu edecek türden bir is sayilmazdi. Tüccar, hiç- bir sey kirmamasi için çok dikkatli olmasi gerektigini dur- madan animsatarak, tezgâhin arkasinda bütün gün homur- danip duruyordu. Yine de orada çalismayi sürdürüyordu delikanli. Çün- kü, adam dirdirci olmasina dirdirciydi, ama adaletsiz biri de degildi; satilan her parça üzerinden oldukça iyi bir ko- misyon aliyordu satici ve daha simdiden biraz para birik- tirmeyi bile basarmisti. Sabahleyin hesaplamisti: Her gün böyle, bu kosullarda çalisacak olsa, birkaç koyun alabilme- si için bir yil çalismasi gerekiyordu. - Kristaller için bir sergi tablasi yapmak istiyorum, dedi patronuna. Disariya bir tabla konulabilir; bu da ge- çenlerin dikkatini çeker taa yokusun basindan itibaren. - Simdiye kadar hiç böyle bir sey yapmadim, diye yanitladi Tüccar. Insanlar geçerken tablaya takilir, kristal- ler de kirilir. - Koyunlarimla kirlari dolasirken, yilan sokmalarina kurban gidebilirlerdi. Ama bu tehlike koyunlarla çobanla- rin hayatlarinin bir parçasidir. Tüccar, bu arada, üç kristal vazo almak isteyen bir müsterinin yanina gitti. Artik her zamankinden daha fazla satis yapiyordu, sanki eski zamanlar geri dönmüs gibiydi, sokagin Tanca'nin en çekici sokaklarindan biri oldugu za- manlar gibi. - Gelip geçenler giderek çogaliyor, dedi delikanliya, müsteri gittigi zaman. Bu sayede daha iyi yasayabiliyo- 6 3 rum, sen de kisa bir süre sonra koyunlarina kavusabilecek- sin. Hayattan daha fazlasini neden istemeli? - Çünkü isaretleri izlemek zorundayiz, diye yanitla- di delikanli, hiç düsünmeden. Tüccar ömür boyu bir kral- la tanismak olanagi bulamamis oldugu için onunla böyle konustuguna pisman oldu delikanli. - Buna Lütuf Kurali denir, demisti yasli kral. Acemi talihi. Çünkü hayat senin Kisisel Menkibe'ni yasamani is- tiyor. Bununla birlikte, delikanlinin kendisine söylemek is- tedigi seyi çok iyi anliyordu Tüccar. Delikanlinin dükkân- da bulunusu bile bir isaretti. Zaman geçtikçe, kasa paracik- larla doldukça, Ispanyol delikanliyi ise almis olmaktan en küçük pismanlik duymuyordu. Kuskusuz, delikanli hak ettiginden fazlasini kazaniyordu; her zaman, satislarin bu kadar çogalacagini aklina bile getirmemis oldugu için, deli- kanliya oldukça yüksek komisyon ödemisti; önsezisi deli- kanlinin kisa bir süre sonra koyunlarinin yanina dönecegi- ni söylüyordu. - Neden Piramitleri görmeye gitmek istiyorsun? diye sordu, konusmayi sergi tablasindan baska yere çevirmek için. - Çünkü çok sik sözünü ettiler bana, diye yanitladi delikanli, gördügü düsleri es geçerek. Hazine artik aci bir aniydi ve bunu aklina getirmemeye çalisiyordu. - Sadece Piramitleri görmek için çölü geçmek isteye- cek birini tanimiyorum buralarda, dedi Tüccar. Bir tas yi- ginindan baska bir sey degiller. Kendi bahçene kendi pira- mitini dikebilirsin. - Siz hiç yolculuk düsleri görmemissiniz, dedi deli- kanli, dükkândan içeri giren bîr baska müsterinin yanina giderken. iki gün sonra, sergi tablasi konusunu açti Tüccar: - Degisikliklerden pek hoslanmam, dedi. Ne sen, ne de ben para babasi tüccar Hasan'a benziyoruz. Bir sey sa- 64 tin alirken bir hata yapacak olsa, viz gelir ona. Ama bizler, hatalarimizin bedelini ödemek zorundayiz. - Söyledikleri dogru, diye düsündü delikanli. - Bu sergi tablasini neden istiyorsun? dîy* sordu Tüc- car. - Bir an önce koyunlarima kavusmak istiyorum. Ta- lih bizden yanayken, bundan yararlanmaliyiz; talihin bize yardimci olmasi için biz de ona yardimci olacak sekilde davranmaliyiz, gereken ne varsa yapmaliyiz. Buna Lütuf Kurali derler. Ya da "acemi talihi.' f Yasli tüccar bir süre agzini açmadi. Sonra konustu: - ^Peygamberimiz bize Kur'an*i verdi ve ömür boyu yalnizca1 bes kurala uymamizi zorunlu kildi. En önemli • sart sudur: Bir tek Allah vardir. Öteki sartlara gelince: . Günde bes vakit namaz kilmak, Ramazan'da oruç tutmak ve yoksullara zekât vermek. Sustu. Peygamber'den söz ederken gözleri yasarmisti. Yüregi cosku dolu bir insandi. Kimi zaman sabirsiz görün- se de islâm'in kurallarina uygun olarak yasamaya çalisi- yordu. - Peki besinci sart hangisi? diye sordu delikanli. - Sen bana iki gün önce benim hiç yolculuk düsleri görmedigimi söyledin, diye yanitladi Tüccar, iyi bir Müs- lüman için besinci sart bir yolculuk yapmaktir. Hayati- mizda hiç olmazsa bir kere kutsal kent Mekke'ye gitmek zorundayiz. - Mekke, Piramitlerden çok daha uzakta. Gençken, sahip oldugum az bir parayi bu dükkâni açmak için kul- landim. Günün birinde Mekke'ye gidecek kadar zengin ol- mayi umuyordum. Dogrusunu istersen para kazanmaya basladim, ama kristalleri kimseye emanet edemedim; tabii, kristallere çok dikkat etmek gerekir, naziktirler. Bu süre içinde, Mekke'ye giden* bir yigin insan ugradi dükkânima. Aralarinda hizmetçileriyle, develeriyim birlikte yola çikan zengin haci adaylari vardi, ama çogu benden daha yoksul Insanlardi. Simyaci 65/5 - Hepsi mutlu gidip mutlu dönüyor ve evlerinin ka- pisina hacca gittiklerini gösteren alametler asiyorlardi. Bunlardan biri, hayatini ayakkabi tamir ederek kazanan bir kunduraci, çölü geçmek için bir yil yürüdügünü söyle- di, ama simdi kösele almak için Tanca sokaklarinda yürü- mek zorunda kalinca kendisini daha yorgun hissediyor- mus, - Peki Mekke'ye simdi neden gitmiyorsunuz? diye sordu delikanli. - Beni hayatta tutan Mekke'dir. Hepsi birbirine ben- zeyen günlere, raflara dizilmis su vazolara, igrenç bir ase- vinde ögle-aksam yemek yemeye katlanacak güç veriyor bana. Düsümü gerçeklestirmekten korkuyorum, çünkü o zaman yasamak için bir sebebim olmayacak. - Sen, koyunlari ve Piramitleri hayal ediyorsun. Sen benim gibi degilsin, çünkü sen' düslerini gerçeklestirmek istiyorsun. Oysa benim istedigim, Mekke'yi düslemek- sa- dece. Çölü geçisimi, Kutsal Tas Hacer-i Esved'in bulundu- gu meydana varisimi, ona el sürmeden önce çevresinde ye- di kez dönüsümü binlerce defa hayal ettim. Yanimda kim- lerm olacagim, önümde kimin olacagini, konusacagimiz seyleri, birlikte edecegimiz dualari bile hayal ettim. Ama büyük bir hayal kirikligina ugramaktan korkuyorum; bu yüzden hayal kurmakla yetinmeye çahfiyorum. Tüccar, o gün sergi tablasi yaptirmasi için izin verdi delikanliya. Herkes kendi düslerini ayni sekilde göremez; kendince görür. 66 IKI AY DAHA GEÇTI. SERGI TABLASI BILLÛ- riye dükkânina daha çok müsteri çekti. Delikanli alti ay daha böyle çalisirsa Ispanya'ya cfonüp altmis koyun alabi-. lecegini hesapladi. Hatta fazladan bir altmis koyun daha alabilecekti. Bir yildan kisa süre içinde, sürüsünü ikiye katlamis ve Araplarla pazarlik edebilecek duruma gelmis olacakti, çünkü bu tuhaf dili ögrenmeyi basarmisti. Billû- riye Tüccari için Mekke nasil uzak bir hayalse, onun için de Misir uzak bir hayale dönüsmüs oldugu için, pazar ye- rinde yasadigi su malûm sabahtan bu yana, Urim ve Tum- mim'e bir daha basvurmamisti. Ama isinden hosnuttu simdi ve basariya ulasmis olarak Tarifa'da karaya ayak ba- sacagi günü aklindan çikarmiyordu. "Her zaman, ne istedigini bilmek zorunda oldugunu animsa," demisti yasli kral. Ne istedigini biliyordu deli- kanli ve bu amaç dogrultusunda çalisiyordu. Belki de bu il- ginç ülkeye gelip bir hirsiza rastlamak ve bir kurus harca- madan sürüsünü ikiye katlamakti onun hazinesi. Kendisiyle gurur duyuyordu. Önemli seyler ögren- misti: Billûriye ticareti, sözcüksüz dil ve simgeler gibi. Bir ögleden sonra, yokusun basinda bir adam gördü, yokusu tirmandiktan sonra birseyier içecek uygun bir yer bulama- maktan yakiniyordu. Delikanli artik isaretlerin dilini bili- yordu, konusmak için patronunun yanina gitti: - Yokusu çikan insanlara çay ikram etmeliyiz, dedi ona. - Çay içebilecekleri bir yigin yer var, diye yanitladi Tüccar. , - Ama biz kristal bardaklarda çay ikram edebiliriz. Bu sayede insanlar çayi çok begenecekler ve kristal esya ai- 67 mak isteyecekler. Çünkü-insanlari en çok etkileyen sey gü- zelliktir. Tüccar hiçbir sey söylemeden uzun uzun yardimcisi- na bakti. Ama o aksam, aksam namazini kilip dükkâni ka- pattiktan sonra kaldirima oturdu ve onu nargile içmeye, Araplarin tüttürdügü su garip pipodan tüttürmeye davet etti. - Neyin pesinde kosuyorsun? diye sordu yasli Biliû- riye Tüccari. - Size neyin pesinde oldugumu söyledim daha önce: Koyunlarimi geri almak zorundayim. Bunun için de para gerek. Yasli adam nargilesine yeniden ates koydu ve uzun uzun içine çekti marpuçtan. - Otuz yildir bu dükkâni isletiyorum. Iyi ve kötü kristal hangisidir biliyorum, ticaretin bütün inceliklerini biliyorum. Dükkânima, boyutlarina, müsterilerime alis- tim. Kristal bardaklarla çay satacak olursan, is daha da bü- yüyecek. O zaman da ben yasama tarzimi degistirmek zo- runda kalacagim. - Peki, iyi bir sey degil mi bu? - Kendi hayat tarzima alistim ben. Sen gelmeden ön- ce, dostlarim, benim aksime degisirken, isleri kötüye ya da iyiye giderken, burada bütün zamanimi kaybettigimi dü- sünüyordum. Bu da alabildigine üzüyordu beni. Simdi du- rumun böyle olmadigini biliyorum: Gerçekten de dükkân tam benim hayal ettigim durumda simdi. Degismek iste- miyorum, çünkü nasil degisecegimi bilmiyorum. Artik tam anlamiyla kendime alismis durumdayim. Delikanli ne diyecegini bilmiyordu. Bunun üzerine konusmasini sürdürdü yasli adam: - Benim için beklenmedik bir talih oldun, Tanrinin lütfü oldun. Simdi eskiden bilmedigim bir seyi biliyorum: Degeri bilinmeyen her lütuf felakete dönüsüyor. Artik ha- yattan bir sey beklemiyorum. Ama sen, simdiye kadar ak- lima bile getirmedigim zenginliklere ve ufuklara bakmaya 68 zorluyorsun beni. Oysa, simdi bunlarin neler oldugunu bildigim, önümdeki büyük olanaklari gördügüm için, ken- dimi eskiden oldugundan daha kötü hissedecegim. Çünkü her seye sahip olacagimi biliyorum ve istemiyorum bunu. 'Iyi ki patlamis misir saticisina hiçbir sey söylememi- sim,' diye düsündü delikanli. Günes batarken, bir süre daha nargile içmeyi sürdür- düler. Aralarinda Arapça konusuyorlardi, Arapça, konusa- bildigi için çok mutluydu delikanli. Bir dönem, yeryüzün- de bulunan her seyi kendisine, koyunlarinin Ögretebilece- gine inanmisti. Ama koyunlarin Arapça ögretmeleri ola- naksizdi. *Yeryüzünde koyunlarin ögretemeyecegi daha baska seyler olmali/ diye düsündü, hiçbir sey söylemeden Tüc- car'a bakarak. 'Çünkü su ve yiyecekten baska bir sey ara- miyorlar. Galiba onlar ögretmiyorlar: Ben ögreniyorum.' - Mektup, dedi sonunda Tüccar. - Ne anlama geliyor dediginiz sey? - Bunu anlamak için Arap olarak dogmak gerekir. Ama çevirisi 'yazili* gibi bir sey. Ve nargilenin atesini söndürürken, delikanliya, müste- rilere kristal bardakta çay ikram edebilecegini söyledi. Öyle zamanlar vardir ki, insan hayat irmaginin akis yönünü degistiremez. 6 9 INSANLAR TIRMANI- SOKAGIN YOKUSUNU yx>rlar ve yukariya varinca yorgunluk hissediyorlardi. Ama yokusun basinda, birbirinden güzel kristaller satilan bir biîlûriye dükkâni vardi ve bu dükkânda da iç ferahlati- ci nane çayi ikram ediliyordu. Insanlar, göz kamastirici kristal bardaklarda sunulan nane çayini içmek için dükkâ- na giriyorlardi. - Vallahi karimin aklina hiç gelmedi böyle bir sey, diyordu adamin biri; ve bu aksam evine konuklar gelecegi, kristal bardaklarin güzelliginden etkilenecekleri için, bir- kaç kristal bardak satin aliyordu. Bir baska müsteri, kristal kaplarda sunulan çayin çok daha iyi oldugunu kendi payi- na dogruluyordu, çünkü çayin rayihasi uçup gitmiyordu. Üçüncü müsteri de, büyülü güçlere sahip olmasi nedeniy- le, çayi kristal içinde ikram etmenin Dogu'ya özgü bir ge- lenek oldugunu ileri sürüyordu. Haber kisa sürede yayildi ve insan kafileleri, çok eski bir ticaret âlemine bu yeniligi getirmis olan dükkâni gör- mek için yokusun tepesine tirmanmaya basladilar. Bunu görenler, kristal bardaklarda çay sunulan baska dükkânlar açtilar, ama bunlar yokus yukari bir sokagin tepesinde bu- lunmadiklari için müsteri yerine sinek avladilar. Kisa bir süre sonra, Tüccar iki yeni müstahdem daha aldi ise. Ayrica yeniliklere susamis erkek ve kadinlarin is- teklerini karsilamak için dizi dizi kristaller, çuval çuval çay getirtmek zorunda kaldi. Böylece alti ay geçti. 70 "DELIKANLI, GÜNES UYAftDL DOGMADAN anakarasina ayak bastigindan bu yana tami tamina on bir ay dokuz gün geçmisti. Özellikle bugün için satiri almis oldugu beyaz renkli Arap kiligini giyindi. Deve deri- si bir halkayla sarili türbanini basina geçirdi. Sonunda yeni sandaletlerini giyip gürültüsüzce asagi indi. Kent hâlâ uykudaydi. Susamli simit yiyip kristal bir bardaktan sicak çay içti. Ardindan dükkânin esigine otu- rup tek basina nargile tüttürmeye basladi. Hiçbir sey düsünmeden tüttürdü nargileyi. Çöl koku- su tasiyarak esen rüzgârin ugultusundan baska bir ses duy- muyordu. Sonra, nargile içmeyi bitirince, elini ceplerinden birine soktu ve çikardigi seye bir süre bakti. Yüklüce bir para tutuyordu elinde. Yüz yirmi koyun, dönüs bileti ve kendi ülkesi ile su anda bulundugu ülke arasinda bir ihracat-ithala't ruhsati almaya yetecek kadar para. * Yasli adamin uyanip dükkâni açmasina kadar sabirla bekledi. Birlikte çay içmeye gittiler. - Ben bugün gidiyorum, dedi delikanli. Koyunlarimi almaya yetecek kadar param var. Sizin de Mekke'ye gide- cek kadar paraniz var. Yasli adam hiçbir sey söylemedi. - Hayir duanizi istiyorum sizden, diye üsteledi deli- kanli. Bana yardim ettiniz. Yasli adam ses çikarmadan çay hazirliyordu. Sonun- da, bir süre sonra delikanliya dogru döndü. - Seninle gurur duyuyorum, dedi. Billûriye dükkâni- ma bir ruh verdin. Ama ben Mekke'ye gitmeyecegim, bili- 7 1 yorsun bunu. Tipki senin koyun satin almayacagini bildi- gin gibi. - Kim söyledi bunu size? diye sordu delikanli, saskin- likla. •- Mektup, dedi kisaca, yasli Biilûriye Tüccari. Ve onun için hayir dua okudu. 72 DELIKANLI ESYALARINI ODASINA GITTI VE topladi. Tika basa dolu üç mesin çanta. Tam ayrilmak üze- reyken, odanin bir kösesinde eski çoban heybesinin dur- dugunu gördü. Acinacak durumdaydi, varligi tamamen ak- lindan çikip gitmisti. Içinde, her zaman oldugu gibi kitabi ve yamçisi vardi. Sokakta karsisina çikan ilk çocuga arma- gan etmeyi düsündügü yamçiyi heybeden çikartirken yere iki tas düstü. Urim ile Tummim. O zaman yasli krali animsadi, animsayinca da, bu rastlasmayi uzun süredir düsünmemis oldugunu fark ede- rek sasirip kaldi. Bütün bir yil durmadan çalismis, Ispan- ya'ya basi önde dönmemek için gereken parayi kazanmak- tan baska bir sey düsünmemisti. "Hayallerinden asla vazgeçme, demisti yasli kral. Sim- gelere dikkatli ol." Urim ile Tummim'i yerden aldi ve yeniden kralin ya- kinlarda bir yerde oldugu duygusuna kapildi. Garip bir duyguydu bu. Yil boyu acimasizca çalismisti ve isaretler gitme zamaninin geldigini gösteriyordu. 'Geriye dönüp kaldigim yerden devam edecegim,' di- ye düsündü delikanli. 'Ne var ki, Arapçayi koyunlardan ögrenmedim.' Ama koyunlar çok önemli baska bir sey ögretmisler- di: Yeryüzünde herkesin anladigi bir dil vardir ve kendisi, dükkâni gelistirirken bu dilden yararlanmistir. Bu cosku- nun dilidir, arzu edilen ya da inanilan bir seyi gerçeklestir- mek için sevgi ve tutkuyla yapilan girisimlerin dilidir. Tanca artik onun için yabanci bir kent degildi. Burayi fet- ^.hettigi gibi bütün dünyayi fethedebilecegin! hissetti. 7 3 "Bir seyi gerçekten istedigin zaman, arzunu gerçekles- tirmeni saglamak için bütün evren isbirligi yapar," demisti yasli kral. Ama hirsizlardan, uçsuz bucaksiz çöllerden, düsleri- nin ne oldugunu bilen, ama bunlari gerçeklestirmek iste- meyen insanlardan söz etmemisti yasli kral. Piramitlerin bir tas yiginindan baska bir sey olmadigini ve isteyenin kendi bahçesine tas yigabilecegim söylememisti yasli kral. Ve eski sürünüzden daha büyügünü satin alacak kadar pa- raniz oldugunda, bu sürüyü satin almayi kendiniz için gö- rev bildigimizi de söylemeyi unutmustu. Heybeye/toparladi ve öteki çantalarla birlikte aldi. Merdiveni inim; öteki müsteriler kristal bardaklardan çay- larini yudumlarken bir yabanci çifte hizmet etmekteydi yasli adam. Sabahin bu erken saatinde, iyi bir baslangiçti güne. Delikanli, bulundugu yerden, Billûriye Tüccarinin saçlarinin yasli kralin saçlarina tamamen benzediginin far- kina vardi ilk kez. Yersiz-yurtsuz, yiyecek-içeceksiz du- rumda Tanca'da uyandigi ilk gün rastladigi seker tüccari- nin gülümsemesini animsadi; bu gülümseme de yasli krali animsatiyordu. "Sanki buradan geçmis ve bir iz birakmis gibi/ diye düsündü. "Sanki bu insanlar yasamlarinin herhangi bir dö- neminde kralla karsilasmislar gibi.* Üstelik kendi Kisisel Menkibesini yasayan kimseye her zaman göründügünü de söylemisti. Billûriye Tüccari ile vedalasmadan ayrildi oradan. Kuskusuz onu görebilirdi, ama aglamak istemiyordu. Ne var ki buradaki yasantisini, Ögrendigi iyi seyleri özleyecek- ti. Kendine iyice güveni vardi ve dünyayi ele geçirmek is- tegi duyuyordu. *Ama eskiden tanidigim kirlara gidip gene koyun gü- decegim.* Ancak, artik bu kararindan dolayi mutlu degil- di. Bütün bir yil, bir düsü gerçeklestirmek için çalismisti, ama bu düs, her dakika, giderek önemini yitiriyordu. Bel- ki de gerçekte böyle bir düsü yoktu. 74 "KimbIlIr, belki de Billûriye Tüccari gibi olmak daha iyidir? Mekke'ye hiç gitmeden oraya gitme arzusuyla yasa- mak.' Ama Urim ile Tummim'i elinde tutuyordu ve bu iki ta§ yasli kralin gücünü ve iradesini kendisine aktariyor- du. "Bir rastlanti sonucu -ya da bir isaret/ diye düsündü- buraya geldigi ilk gün ugradigi kahveye geldi. Hirsiz orada degildi. Patron bir bardak çay getirdi. 'Yeniden çoban olabilirim,' dedi kendi kendine. "Ko- yunlara bakmayi ögrendim ve onlarin nasil bir sey olduk- larini unutamam kesinlikle. Ama belki de Misir Piramitle- rine gitme olanagim olmayacak bir daha hiçbir zaman. Yasli adamin gögsünde altin bir gögüslük vardi ve benim. geçmisimi biliyordu. Gerçek bir kraldi, bir bilge kral.' Endülüs ovalariyla arasinda vapurla iki saatlik bir me- safe vardi ancak, ama kendisiyle Piramitler arasinda bir çöl vardi. Delikanli durumu bir baska açidan da görebilecegini düsündü: Aslinda simdi hazinesine iki saat daha az uzak- taydi. Bu iki saatlik menzile varmak için asagi-yukan bir yil harcamis olsa bile. "Koyunlarima neden kavusmak istedigimi çok iyi bili- yorum. Koyunlari çoktandir taniyorum; insana fazja yük olmazlar ve sevebilirim onlari; hazinemi çöl gizliyor, ama Çölü sevecek miyim, sevmeyecek miyim, bunu bilmiyo- rum. Hazineyi bulamayacak olursam, gene yurduma dö- nebilirim, iste, hayat ihtiyacim olan parayi bir anda verdi bana ve gereken zamanim da var. Öyleyse neden olmasin?' O anda içinde müthis bir rahatlama hissetti. Istedigi anda tekrar çobanlik yapabilirdi. Caninin çektigi anda kristal saticisi olabilirdi. Belki de dünya baska hazineler de gizliyordu, ama kendisi bir tek düs görmüs ve bir krala rastlamisti. Bu da herkesin basina gelmezdi. Kahveden çikarken çok mutluydu. Tüccara mal sagla- yan müteahhitlerden birinin, kristalleri, çölü geçen ker- vanlarla getirdigini animsamisti. Urim ile TummIm'i elle- rine aldi; bu iki tas sayesinde, iste yeniden hazinenin izini sürüyordu. 7 5 "Ben her zaman kendi Kisisel Menkibesini yasayanla- rin yanindayim," demisti yasli kral. Piramitlerin gerçekten de çok uzakta olup olmadikla- rini Ögrenmek için ambara kadar yürüse ne kaybederdi? 76 TÜRLÜ TÜRLÜ HAYVAN, KO- TER VE TOZ kan bir binanin içinde oturuyordu Ingiliz. Artik buraya ambar demek olanaksizdi; tam anlamiyla bir hayvan ahi- riydi. 'Demek bütün ömrümü böyle bir yere ulasmak için harcamisim,* diye düsündü, bir kimya dergisinin sayfalari- ni dalgin dalgin karistirarak. *On yil ögrenimden sonra bir hayvan ahirina ulastim.' ' Ama sürdürmek gerekiyordu. Simgelere inanmak ge- rekiyordu. Bütün hayatinin, gördügü ögrenimlerin bir tek amaci vardi: Evrenin konustugu biricik gerçek dilî bul- mak. Baslangiçta Esperanto dilini ögrenmis, ardindan din- leri incelemis ve sonunda simyaya merak sarmisti. Espe- rantoca konusmayi biliyordu, degisik dinlerin hepsini ek- siksiz anliyordu, ama henüz bir simyaci degildi. Kuskusuz, birçok önemli sorunu çözmeyi basarmisti. Ama arastirma- lari öyle bir evreye ulasmisti ki, bundan öteye gitmesi ola- naksiz gibiydi. Herhangi bir simyaciyla iliski kurmak iste- mis, ancak bunda basarili olamamisti. Ne var ki, tuhaf in- sanlardi su simyacilar, kendilerinden baskasini düsünmü- yorlar ve ona yardimci olmayi kabul etmiyorlardi,. Kimbi- lir, belki de Sihirli Tas'in1 -baska bir deyisle, Felsefe Ta- Si'nin- gizini kesfedememislerdi ve belki de bu yüzden ses- sizlige gömülüyorlardi? Felsefe Tasi'ni bos yere ararken, babasindan kalan ser- vetin bir bölümünü harcamisti. Dünyanin en büyük kü- tüphanelerine gitmis, simyacilikla ilgili en önemli, en en- der kitaplari satin almisti. Bu kitaplardan birinde, ünlü bir 1 SJmyacilara göre madenim altnia çrviren tas.. (Çfv.) 7 7 Arap simyacinin bundan yillar önce Avrupa'yi ziyaret et- tigini okumustu. Kitapta, bu Arap simyacinin iki yüzyili askin bir süre önce, Felsefe Tasi'ni ve Ebedî Hayat Iksi- ri'nI kesfettigini yaziyordu. Bu öykü ingiliz'i etkilemisti. Ama dostlarindan biri çöle yaptigi bir arkeoloji gezisinden sonra, olaganüstü güçleri olan bir Arap'tan söz etmemis olsaydi, bunun da tipki ötekiler gibi bir efsaneden baska bir sey olmadigini düsünecekti. "Fayoum Vahasi'nda yasiyor," demisti, "insanlar, ya- sinin iki yüz yili astigini ve herhangi bir madeni, altina dö- nüstürme gücüne sahip oldugunu söylüyorlar." Kendinden geçen Ingiliz müthis heyecanlanmisti. Bu- nun üzerine, önceden yapmis oldugu bütün anlasmalari bozdu, en önemli kitaplarini yanina aldi, ve iste disarida Sahra'yi geçecek büyük bir kervan hazirlanirken, kendisi simdi bir hayvan ahirina benzeyen ambarda bulunuyordu. Ve bu kervan AL-Fayoum'dan geçecekti. "Su lanet olasica Simyaciyi mutlaka bulmaliyim,* diye düsündü Ingiliz. Ve hayvanlarin kokusu daha bir katlanilir oldu. Ingiliz'in bulundugu binaya çantalar yüklenmis bir Arap genci girdi ve onu selamladi. - Nereye gidiyorsunuz? diye sordu genç Arap. - Çöle, diye yanitladi ingiliz; ve tekrar okumaya dal- di. Su anda kimseyle konusmak istemiyordu. Simyaci ken- disini kuskusuz sinavdan geçirecegi için on yil içinde ög- renmis olduklarini animsamasi gerekiyordu. Arap genç de bjr kîtsp çikartip okumaya basladi. Ki tap Ispanyolca yazilmisti. 'Bir sans,' diye düsündü Ingiliz Ispanyolcayi, Arapça'dan daha iyi konusuyordu ve bu de likanli da Fayoum'a gidecekse, önemli seylerle ugrajmad gi zamanlar yaninda sohbet edecek biri olacakti. 78 'ÇOK GARIP/ DIYÎ DÜSÜNDÜ DELIKANLI, öykünün basinda yer alan cenaze törenini yeniden /okur- ken. 'Kitabi okumaya baslayali neredeyse iki yil olacak bîr süre sonra, ama bu sayfalardan öteye geçemedim.' Yanin- da kendisine engel -olacak bir kral bulunmasa da, dikkatini kitapta toplayamiyordu. Ama simdi önemli bir seyi anli- yordu: Bir seye karar vermek baslangiçtan baska bir sey degildir. Insan bir seye karar verdigi zaman, karar verdigi sirada hiç öngörmedigi, düsünde bile aklina gelmeyen bir yöne dogru, siddetli bir akintiya kapilip gidiyordu. 'Hazînemi aramaya karar verdigimde, bir billûriye dükkâninda çalisacagim hiç aklima gelmemisti,' diye dü- sündü, düsüncesini dogrulamak için. 'Ayni sekilde, bu kervan, almis oldugum bir karara uygun olabilir, ama gü- zergâhi bir gjz olarak kalacak her zaman.' Karsisinda, kendisi de bir kitap okumakta olan Avru- pali vardi. Sevimsiz bir adamdi: Içeri girdiginde kendisine küçümseyerek bakmisti. Belki dost olabilirlerdi, ama Av- rupali hemen susmustu. Delikanli kitabini kapatti. Bu Avrupali ile arasinda herhangi bir benzerlik kurulmasina olanak verecek hiçbir sey yapmak istemiyordu. Cebinden Urim ile Tummim'î çikartip taslarla oynamaya basladi. Yabanci bir çiglik atti: - Bir Urim ile bir Tummim! Delikanli taslari hemen cebine koydu. - Satilik degiller, dedi. - Pek bir sey etmezler, dedi Ingiliz. Alt tarafi iki ka- ya kristali, hepsi bu. Yeryüzünde milyonlarca kaya kristali ~ 79 var, ama wlayanlar için, Urim ile Tummim bunlar. Dün- yanin bu bölgesinde bulunduklarini bilmiyordum. - Bunlari bana bir kral armagan etti, dedi delikanli. Yabanci sasirip kaldi. Sonra elini cebine sokup titreye- rek iki benzer tas çikardi. - Bir kraldan söz ediyordunuz, dedi. - Sanki bir kralin bir çobanla konusmayacagina ina- niyorsunuz, dedi delikanli. Bu kez konusmayi kendisi so- na erdirmek istiyordu. - Tam tersine. Çobanlar, kimsenin tanimak istemedi- gi bir krala saygi gösteren ilk insanlardir.1 Bu nedenle, krallarin çobanlarla konusmasinin olaganüstü bir yani yok. Ve delikanlinin söylediklerim iyi anlamamasindan çe- kinerek ekledi: - Incil'de geçer. Bu Urim ile bu Tummim *i yapmayi bu kitaptan ögrendim. Bu taslar Tanri 'nin izin verdigi bi- ricik kâhinlik araçlaridir. Rahipler altindan bir gögüslükte tasirlardi bunlari. Delikanli birden burada oldugu için mutlu hissetti kendini. "Belki de bir isarettir bu," dedi Ingiliz, sanki yüksek sesle düsünüyormusçasma. - Size isaretlerden kim söz etti? Delikanlinin ilgisi her an giderek artiyordu. - Hayatta, her sey isarettir, dedi Ingiliz, okumakta oldugu dergiyi kapatarak. Evren, herkesin anlayacagi bir dilde varolmustur, ama insanlar unutmustur bu dili. BIr- çok seyle birlikte bu Evrensel Dil*i ariyorum ben. Bu yüz- den buradayim. Çünkü bu Evrensel Dil'i bilen birini bul- mam gerekiyor. Bir Simyaci. Konusma ambar yöneticisinin araya girmesiyle kesil- 1 Matta Inciti'nm 2 Babinda sözü fdilcn müneccimlere (çobanlara) gönderme yapiliyor. Mctnidc grçen "bir kral* ne IM Prygambr rdir. (Çev.) 80 - Sizlerin talihiniz var, dedi sisko Arap. Bu ögleden sonra bir kervan y ola çikiyor Al-Fayoum için. - Ama ben Misir'a gidecegim, dedi delikanli. - Ai-Fayoum da Misir'dadir, diye yanitladi sisman adam. Tuhaf bir Araplik var sende! Delikanli aslinda Ispanyol oldugunu söyledi. Ingiliz sevindi buna: Arap gibi giyinmis de olsa, hiç degilse bir Avrupaliydi. - Isaretleri Talih" diye tanimliyor adam, dedi Ingiliz, sisko Arap disari çikinca. Becerebilsem, 'talih' ve 'rastlan- ti* sözcükleri üzerine büyük bir ansiklopedi yazardim. Ev- rensel Dil bu sözcüklerle yazilir. , Sonra konusmayi sürdürdüler. Ingiliz, delikanliya kendisini elinde Urim ile Tummim'le bulmasinin bir rast- lanti olmadigini söyledi. Ona, onun da Simyaciyi aramaya gidip gitmedigini sordu. - Ben bîr hazine aramaya gidiyorum, diye yanitladi delikanli ve bunu söyledigine hemen pisman oldu. Ama Ingiliz onun bunu söylemesine pek önem vermI- yormus gibi görünüyordu. - Bir bakima ben de, dedi. - Ama ben simyanin ne anlama geldigini bile bilmi- yorum, diye ekledi delikanli, ambar yöneticisinin kendile- rini disaridan çagirdigi sirada. * Simyaci 81/6 "BEN KERVAN SAKAL- BASIYIM," DEDI UZUN li, siyah gözlü bîr adam. Kilavuzluk ettigim herkesin üze- rinde ölüm ve kalim hakkim vardir. Çünkü çöl, erkekleri bazen çildirtan kaprisli kadina benzer. Ortalikta ikI yüze yakin insan ve bunun iki kati kadar da hayvan vardi. Hecin develeri, atlar, katirlar, kuslar. Ka- dinlar ve çocuklar da vardi ve birçok Insan belinde kiliç ya da omzunda uzun namlulu silah tasiyordu. Ingiliz'in ya- ninda içi kitap dolu bir yigin yolculuk sandigi vardi. Alan- da bir harrangürra ki demeyin gitsin. Dogal olarak, Ker- van Basi herkesin iyice anlamasi için ayni söylevi birkaç kez tekrarladi: - Burada her milletten insan var ve bu insanlarin yü- reginde türlü çesitli tanri var. Benim tek Tanrim Allah'tir ve Allah adina yemin ederim ki çölü bir defa daha alt et- mek için, elimden gelen her seyi ve en iyisini yapacagim. Amma ve lakin, herkesin, inandigi Tanri adina bütün kal- biyle yemin etmesini istiyorum ki bana her zaman bilâ- kayd-ü-sart itaat edecektir. Zira, çölde itaatsizligin anlami ölümdür. Kalabalikta boguk bir fisiltidir gitti. Herkes kendi tanrisinin tanikliginda mirildanarak yemin ediyordu. Deli- kanli Isa için yemin etti. Ingiliz agzini açmadi. Mirilti basit bir yeminden daha uzun sürdü, insanlar Tanri'nm esirge- mesi için de dua ediyorlardi. Uzun uzun bir boru çaldi ve herkes binitlerine birfdi. Delikanli ile Ingiliz binit olarak deve satin almislardi, bu yüzden hayvanlara binmekte epeyce zorlandilar. Delikan- li, agir kitap sandiklari yüklenmis olan Ingiliz'in devesine acidi. 82 - Rastlanti yoktur, dedi Ingiliz, ambarda baslamis ol- duklari konusmayi sürdürerek. Buraya gelmeme bir arka- dasim sebep oldu, çünkü bu arkadasim bir Arap taniyordu ki bu Arap... Ama kervan yola koyuldu ve anlattiklarini duymak olanaksizlasti. Delikanli neyin söz .konusu oldugunu çok iyi biliyordu: Bir seyi bir baska seye baglayan, kendisini Çoban olmaya yönlendiren, ayni düsü birkaç kez görmesi- ne, Afrika'ya yakin bir kente gelmesine, bir alanda bir kra- la rastlamasina, bir hirsiz tarafindan soyulmasina ve bunun sonucu olarak da bir billûriye tüccariyla tanismasina, vb... yol açan gizemli bir zincir, gizemli bir bag. 'insan, hayaline yaklastikça, Kisisel Menkibe daha çok gerçek yasama nedeni oluyor,* diye düsündü delikanli. Kervan, gündogusu yönünde yola koyuldu. Gün bo- yu yol aliyor, günes azginlasmaya baslayinca mola veri- yor, sonra günes inmeye baslayinca tekrar yola koyulu- yorlardi. Delikanli, zamaninin çogunu kitap okumakla ge- çiren Ingiliz'le pek konusmuyordu. Bu nedenle, çölde ilerleyen insan ve hayvanlari sessiz- ce gözlemlemeye koyuldu. Yola çiktiklari güne göre simdi her sey farkliydi. O gön bir hay huy, bagirip çagirma, kü- çük çocuklarin ziriltilari, at kisnemeleri birbirine karisi- yor ve bu kargasanin içinde rehberlerle tüccarlarin sabirsiz komutlari duyuluyordu. Ama çölde, sürekli esen rüzgâr ve hayvanlarin ayak seslerinden baska bir sey yoktu. Rehberler bile artik kendi aralarinda konusmuyorlardi. - Su gördügün kum enginliklerini birçok kez geçtim daha önce, dedi bir aksam bir deveci. Ama çöl öylesine ge- nis ve ufuk öylesine uzaklarda ki, insan kendini küçücük hissediyor ve susuyor, agzini açamiyor. Simdiye kadar hiç çöl geçntemis olmasina karsin, de- vecinin ne demek istedigini anladi delikanli. Çünkü ne za- man bir denize ya da bir atese baksa, doga olaylarinin son- I 8 3 suzluk ve gücünün derinliklerine dalip agzini açmadan sa- atler geçirebilirdi. 'Koyunlardan, kristallerden çok sey ögrendim,' diye düsündü. "Ayni sekilde çölden de birseyler ögrenebilirim. Çünkü hem daha yasli, hem daha bilge.' Rüzgâr durmadan esiyordu. Tarifa'da, surlarin üzerin- de oturdugu sirada yüzünde hissettigi rüzgarin bu rüzgar oldugunu animsadi. Belki de ayni rüzgâr, su anda su ve yi- yecek pesinde Endülüs kirlarinda dolasan koyunlarin yü- nünü oksayarak geçiyordu. *Artik benim koyunlarim degiller,* diye düsündü, ger- çek bir özlem duymaksizin. 'Baska bir çobana alistilar ve kuskusuz unuttular beni. Böylesi çok iyi. Koyunlar gibi dolasmaya alismis kimse, ayrilik vaktinin gelecegini her zaman bilir.' Sonra tüccarin kizini animsadi: Hiç kuskusuz çoktan evlenmisti kiz, bundan emindi. Belki de bir patlamis misir sancisiyla, ya da okuma bilen ve ona olaganüstü öyküler anlatmayi beceren bir baska çobanla. Herhalde bunlari be- cerebilen yalnizca kendisi degildi. Ama bu önsezi içini al- tüst etti. Kendisi de, kimbilir bütün insanlarin geçmisine ve simdisine taniklik eden su ünlü Evrensel Dil'i ögren- mekteydi belki? "Önseziler," derdi annesi sik sik. Önsezi- lerin, içinde bütün insan hayatlarinin bir bütün olustura- cak sekilde birbirine baglandigi hayat irmaginin evrensel akisina ruhun yaptigi ani dalislar oldugunu anlamaya bas- lamisti: Öyle ki, her sey yazili oldugu için, her seyi bilebi- lirdik. - Mektup, dedi, Billûriye Tüccarini düsünerek. Çöl kimi yerde kumlarla, kimi yerde de taslarla kap- liydi. Kervan bir tas kütlesiyle karsilasinca çevresini dolasi- yordu; tas yigimyla karsilasinca bu yiginlarin sinirini izli- yordu. Deve ayaklarina ince gelen kumla karsilasinca, ku- mun daha saglam oldugu bir geçit araniyordu. Kimi za- man, tuzla kapli kurumus göl yataklariyla karsilasiyorlar- 84 di. Hayvanlar zorlaniyor, bunun üzerine deveciler asagi at- layip hayvanlara yardim ediyorlardi. O zaman, yükleri kendi sirtlarina alip tehlikeli yeri geçtikten sonra hayvan- lara yeniden yüklüyorlardi. Bir rehber ölürse ya da hasta- lanirsa, deveciler onun yerini doldurmak için kendi arala- rinda kura çekiyorlardi. Ama bütün bunlarin bir tek nedeni vardi: Hep ayni hedefi amaçladigi için, kervanin bunca dolasmasinin pek bir Önemi yoktu. Bütün engeller asilinca, vahanin hangi yönde bulundugunu gösteren yildizi karsisinda buluyor- du. Ve insanlar sabahin erken saatlerinde gökyüzünde pa- rildayan bu yildizi görünce, onun kendilerine kadinlarin, suyun, palmiyelerin ve hurmalarin bulundugu yeri göster- digini biliyorlardi. Bunlari bir tek Ingiliz fark etmiyordu: Çogunlukla kitaplarindan birini okuyor oluyordu. Delikanlinin da yolculugun ilk günlerinde okumayi denedigi bir kitabi vardi. Ama o, k-ervani gözlemlemeyi, rüzgârin sesini dinlemeyi çok daha ilginç buluyordu. De- vesini daha iyi tanimayi ögrenip de ona yakinlik duymaya baslar baslamaz, kitabi bir yana atti. Bununla birlikte bir bosinanci da vardi: Bu kitabi ne zaman açsa, önemli bir in- sana rastlayacagini düsünüyordu. Sonunda, sürekli olarak yaninda giden bir deveciyle dost oldu. Aksam konaklamalarinda, atesin çevresinde din- lenirken, ona çobanlik yaptigi sirada basindan geçen ilginç olaylari anlatiyordu. Deveci bu sohbetlerden birinde ona kendi hayatini anlatmaya basladi. - El-Kairoum yakinlarindaki bir köyde oturuyor- dum, dedi. Bir bostanim, çocuklarim ve ölümüme kadar degismeyecek bir hayatim vardi. Bir yil ürün her zaman- kinden daha bol oldu, biz de Mekke'ye gittik ve böylece o zamana kadar yerine getirmemis oldugum bir farizami eda etmis oldum. Artik gönül rahatligiyla ölebilirdim ve öldü- güm için de mutlu olurdum. 8 5 Bir gün yer titremeye basladi ve kabaran Nil, yatagin- dan tasti. O zamana kadar yalnizca baskalarinin basina gel- digini sandigim sey benim de basima geldi. Komsularim, sel yüzünden zeytin agaçlarim yitireceklerinden korktular; karim çocuklarinin sulara kapilip gitmesinden korktu. Ben de sahip olmayi basardigim seylerin yok olacagi dü- süncesiyle korkuya kapildim. Ama çaresi yoktu bunun. Topraktan elde edilecek bir sey kalmamisti artik, ben de yasamak Iç i baska bir çare aradim. Simdi devecilik yapiyorum. Ama bu sayede Al- lah'in kelâmini anlayabildim: Kimse bilinmezden korkma- mali, çünkü herkbs istedigi ve ihtiyaç duydugu seyi ele ge- çirebilir. ister hayatimiz, ister ekin tarlalarimiz olsun, sahip ol- dugumuz seyleri yitirmekten korkariz. Ama hayat hikâye- miz ile dünya tarihinin ayni El tarafindan yazilmis oldugu- nu anladigimiz zaman, bunu anîar anlamaz, bu korku uçup gider. 86 BAZEN, AKSAM KONAKLAMALARINDA KER- vanlar karsilasiyorlardi. Sanki her sey bir Yüce El tarafin- dan yazilmis gibi, bir kervanin gereksinim duydugu sey ötekinde bulunuyordu. Deveciler kum firtinalari konu- sunda birbirlerine bilgi veriyorlar; atesin çevresinde topla- nip çölle ilgili öyküler anlatiyorlardi. Kimi zaman, yüzleri peçeli gizemli insanlar da geli- yordu: Kervanlarin izledigi yolu gözetleyen bedevilerdi bunlar. Soyguncular, asi kabileler konusunda bilgi veriyor- lardi. Koyu renkli cellabyalarina1 ve yalnizca gözlerini açikta birakan kefyelerine sarinmis olarak, sessizce gelip sessizce gidiyorlardi. Bu gecelerden birinde, atesin önünde oturan delikanli ile Ingiliz'in yanina deveci de geldi. - Kabileler arasinda savas söylentileri var, dedi. Üçü birden sustular. Genç ispanyol, kimse agzini açip bir sey söylememesine karsin, ortaligi bir korku sardigini fark etti. Sözsüz dili, Evrensel Dil'i bir kez daha anliyor- du. Bir süre sonra tehlike olup olmadigini sordu Ingiliz. - Çöle giren kimse için geri dönüs yoktur, diye ya- nitladi deveci. Geride1 dönemedigine göre, çaresi yok, en iyi nasil ilerler, o yolu bulacaktir. Tehlike de dahil olmak üzere gerisini Allah bilir. Ve sözünü gizemli "Mektup!" sözcügüyle bitirdi. - Kervanlara daha çok dikkat etmelisiniz, dedi deli- kanli Ingiliz'e, deveci yanlarindan ayrilinca. Dolambaçli bir yol Izliyorlar, ama hep ayni noktaya gidiyorlar. 1 Kuzey Afrika'da erkek ve kadinlarin giydikleri uzun kollu, balikli giysi. (Çrv.) 2 Araplarda, erkeklerin püf küllü bjrç örtü j û. (Çrv.) 87 - Siz de dünya konusunda daha çok sey okumalisi- niz, diye yanitladi Ingiliz. Kitaplar tipki kervanlara ben- zerler. Uzun insan ve hayvan dizisi bundan sonra daha hizli ilerlemeye basladi. Artik sessizlik yalnizca gündüzleri ege- men degildi. Aksamlari, insanlarin sohbet etmek için ates basinda toplanmaya alistiklari saatte de yavas yavas sessiz- lik hüküm sürmeye basladi. Bir gün kervan basi, geceleyin dikkat çekmemek için ates yakilm amasina karar verdi. Bunun üzerine yolcular, üsümemek için hayvanlarin olusturdugu bir çemberin ortasinda hep birlikte uyumaya basladilar. Kervan basi ayrica konak yerinin çevresine göz- cüler koydu. Bu gecelerden birinde, bir türlü uyuyamayan Ingiliz. gidip genç Ispanyolu buldu; birlikte, yakinlardaki kumul- larda gezdiler. Dolunay vardi. Delikanli bütün hayat öy- küsünü Ingiliz'e anlatti. ingiliz, delikanlinin çalismaya baslamasindan sonra her gün daha bir gelisen billûriye dükkâni evresine özel bir ilgi gösterdi. - Her seyi temel kural yönlendiriyor, dedi. Buna simyada Evrenin Ruhu adi verilir. Bütün kalbimizle bir sey istedigimiz zaman, Evrenin Ruhu'na daha yakin olu- ruz. Olumlu bir güçtür. Ayrica, bunun insanlara özgü bir ayricalik olmadigini söyledi: Ister bir maden, ister bir bitki, Ister bîr hayvan ya da düsünce olsun, yeryüzünde bulunan her seyin bir ruhu vardi. - Topragin altinda ve üzerinde bulunan her sey dur- madan degisir, çünkü toprak canlidir ve bir ruhu vardir. Bizler bu Ruh'un bir parçasiyizdir ve onun bizim yarari- miza çalistigini çok az biliriz. Billûriye dükkâninda, vazo- larin da sizin basariniza katkida bulunduklarini anlamalisi- niz. 88 Delikanli, ayi ve beyaz kumlari seyrederek bir süre konusmadi, - Çölde ilerleyen kervani gözlemledim, dedi sonun- da. Kervan ve çöl ayni dili konusuyorlar; çöl, kervanin ilerlemesine bu nedenle izin veriyor. Kendisiyle kusursuz bir esuyum içinde olup olmadigini anlamak için, kervanin her adimini hissediyor; ve durum böyleyse, kervan vahaya ulasacaktir. Ama, içimizden biri ne kadar cesur olursa ol- sun, bu dili anlamayacak olsaydi, daha ilk gün ölürdü. Birlikte ayisigini seyretmeyi sürdürdüler. - Simgelerin büyüsü, diye sürdürdü konusmayi deli- kanli. Rehberlerimizin, çölün isaretlerini nasil okuduklari- ni, kervanin ruhunun çölün ruhuyla nasil konustugunu gördüm. Bir süre sonra Ingiliz konusmaya basladi: - Gerçekten de kervana biraz daha dikkat etmeliyim, dedI sonunda. - Ben de kitaplarinizi okumaliyim, diye yanitladi de- likanli. 8 9 TUHAF KITAPLARDI BUNLAR. CIVADAN, tuzdan, ejderhalardan ve krallardan söz ediyorlardi, ama o hiçbir sey anlamiyordu. Ne var ki, sanki bütün kitaplarda sürekli tekrarlanan bir düsünce var gibiydi: Her sey bir ve tek seyin belirtisidir. Bu kitaplardan birinden, simyanin en önemli metni- nin yalnizca birkaç satirdan olustugunu ve bir zümrüt üze- rine yazili oldugunu ögrendi. - Zümrüt levha, dedi Ingiliz, arkadasina bir §ey ög- rettigi için gurur duyarak. - Ama öyleyse neden bu kadar çok kitap var? - Bu birkaç satiri yorumlamak için, dedi Ingiliz. As- linda kendisi de bu yanita tam olarak inanmis degildi. Delikanlinin en çok ilgi duydugu kitapta, ünlü simya- cilarin yasamöyküleri yer aliyordu. Bütün yasamlarini, la- boratuvarlarinda madenleri aritmaya adamis insanlardi simyacilar; bir maden yillarca ateste pisirilecek olursa, kendine özgü bütün niteliklerinden kurtulacagina ve onun yerine geriye Evrenin Ruhu'nun kalacagina inaniyorlardi. Bu Yüce Nesne, simyacilarin yeryüzünde bulunan her seyi anlamalarina olanak sagliyordu. Çünkü bu Yüce Nesne, bütün nesnelerin kendi aralarinda iletisim kurmalarini sag- layan dildi. Büyük Marifet ya da Büyük Yapit adini ver- dikleri bu bulgu iki parçadan olusuyordu: Sivi ve kati. - Bu dili anlamak için, insanlari ve simgeleri gözlem- lemek yeterli degil midir? diye sordu delikanli. - Her seyi basitlestirmek gibi bir saplantiniz var, di- ye yanitladi Ingiliz, öfkeyle. Simya ciddi bir istir. Sürecin bütün evrelerini üstatlarin ögrettikleri gibi izlemek zorun- ludur. 90 Delikanli, Büyük Yapit'in sivi kesimine Ebedî Hayat iksiri adi verildigini çikardi. Bu iksir yalnizca bütün hasta- liklari iyilestirmekle kalmiyor, ayni zamanda simyacilarin yaslanmalarina engel oluyordu. Kati kesimine Felsefe Tasi adi veriliyordu. - Felsefe Tasi'ni bulmak öyle kolay bir is degildir, dedi Ingiliz. Simyacilar, madenleri aritan atesi gözlemle- mek için yillarca laboratuvarlarma kapaniyorlardi. Atese bakmaya kendilerini öylesine veriyorlardi ki, vicdanlarin- da, dünyanin bütün fani degerlerinden kurtulup ariniyor- lardi. Ve sonunda, bir gün, madenleri aritmanin aslinda kendilerini arindirmak oldugunu anliyorlardi. Delikanli o zaman Billûriye Tüccarini animsadi. Billû- riye Tüccari, ikisini de kötü düsüncelerden kurtardigi için, kristal vazolari temizlemenin iyi bir sey oldugunu söyle- misti. Giderek, simyanin gündelik yasamdan ögrenilmesi gerektigine inaniyordu delikanli. - Üstelik, diye yeniden konusmaya basladi Ingiliz, Felsefe Tasi'nm tam anlamiyla olaganüstü bir özelligi var- dir. Büyük bir adi maden kütlesini altina çevirmek için küçücük bir parçasi yeter. O andan sonra, delikanlinin simyaya olan ilgisi iyice büyüdü. Biraz sabirla, her seyi altina dönüstürebilecegini düsünüyordu. Bunu basarmis olan insanlarin yasamöykü- lerini okudu: Helvetius, Elias, Fulcanelli, Geber. Büyüleyi- ci öykülerdi bunlar: Hepsi kendi Kisisel Menkibe'lerini so- nuna kadar yasiyorlardi. Yolculuklar yapiyorlar, bilginler- le bulusuyorlar, inançsizlarin gözlerinin önünde mucizeler yaratiyorlar ve Felsefe Tasi ile Ebedî Hayat Iksiri'ni elle- rinde bulunduruyorlardi. Ama kendisi, Büyük Yapit'a ulasma yöntemini ögren- meye kalkisinca, tam anlamiyla sasirip kaliyordu. Bu ko- nuda, desenlerden, sifreli bilgilerden, anlami karanlik me- tinlerden baska bir sey yoktu. , - Neden anlasilmasi bunca güç bir dil kullaniyorlar? diye sordu bir aksam Ingiliz'e delikanli. 9 1 Bu arada Ingiliz'in oldukça keyifsiz göründügünü fark etti, sanki kitaplarini özlemis gibi. - Anlamak için yeterince sorumluluk duyanlarin, yalnizca bunlarin anlayabilmeleri için, diye yanitladi Ingi- liz. Herkesin kursunu altina dönüstürmeye kalkistigini düsünün biraz. Bir süre sonra altinin hiçbir degeri kalmaz- di. Yalnizca, inatçi insanlar, dirençli arastirmacilar Büyük Yapit'i gerçeklestirmeyi basarabilirler. Çölün ortasinda bulunusumun nedeni de bu iste. Sifreleri çözmeme yardim edecek gerçek bir simyaciyi bulmak için. - Bu kitaplar ne zaman yazildilar? diye sordu deli- kanli. - Birkaç yüzyil Önce. - O siralar, basimevi yoktu henüz. Simya bilgisine herkesin ulasmasi olanaksizdi. Peki, bu tuhaf dilin, bu sim- gelerin amaci ne? Bu diretmeye karsin, soruyu yanitlamadi Ingiliz. Bir- kaç gündür kervani dikkatle gözlemledigini ve yeni bir sey kesfetmedigini söyledi. Ancak bir sey fark etmisti: Gide- rek savastan daha çok söz ediliyordu. 92 BIR GÜN DELIKANLI, KITAPLARINI INGILIZ'E geri verdi. - Epeyce birseyler ögrendiniz mî bari? diye sordu In- giliz, sabirsiz bir merakla. Sava? korkusundan kurtulmak için birisiyle konusmaya gereksinimi vardi. - Evrenin bir ruhu oldugunu ve bu ruhu anlayan kimsenin nesnelerin dilini anlayacagini ögrendim. Birçok simyacinin kendi Kisisel Menkibe'sini yasadigini ve sonun- da Evrenin Ruhu'nu, Felsefe Tasi'ni, Ebedî Hayat Iksiri'ni kesfettiklerini ögrenim. Özellikle de, bu seylerin çok basit oldugunu ve bir zümrütün üzerine yazilabileceklerini ögrendim. Ingiliz hayal kirikligina ugradi. Yillar süren ögrenim, büyülü simgeler, güçlükle ögrenilen sözcükler, laboratu- var aletleri, bunlarin hiçbiri delikanliyi etkilememisti. 'Bu seyleri ögrenemeyecek kadar yontulmamis bir ruhu olma- ~ h/ diye düsündü. Kitaplarini alip devenin semerine asili duran çantalari- na koydu. - Gidip kervaninizi gözlemlemeyi sürdürün, dedi. Si- zin kervan da önemli bir sey ögretmedi bana. Delikanli, çölün sessiz enginligini, hayvanlarin yürür- ken kaldirdiklari kumu seyretmeye koyuldu. "Herkesin kendine göre bir ögrenme tarzi var,' diye tekrarliyordu kendi kendine. "Onun ögrenme tarzi benim ögrenme tar- zim degil; benim ögrenme tarzim, onun tarzi degil. Ama o da, ben de kendi Kisisel Menkibe'mizi ariyoruz; bu -yüz- den ona saygi duyuyorum/ 93 KERVAN, ARTIK HEM GECE, HEM DE GÜN- düz yol aliyordu. Yüzleri peçeli ulaklar giderek daha sik gelmeye baslamisti. Simdilerde delikanliya arkadas gibi davranan deveci, kabileler arasinda savas çiktigini söyle- misti. Vahaya vaktinde varabilirlerse talihli sayilirlardi. Hayvanlar bitkin düsmüs, insanlar giderek sessizles- mislerdi. Sessizlik geceleyin daha ürkütücüydü. Özellikle de bir devenin bozlamasi (daha önce, alt tarafi bir deve bozlamagiydi) ortaliga korku saldigi zaman: Bir saldiri isa- reti olabilirdi. Ne var ki, savas tebdilinden çokça etkilenmis gibi gö- rünmüyordu deveci. - Yasiyorum, dedi delikanliya, aysiz ve kamp atessiz bir gece, hurma yerken. Ve bir sey yerken yemekten bas- ka bir sey düsünmem. Yürüdügüm zaman da yürüyece- gim, hepsi bu. Savasmak zorunda kalirsam, ölüm su gün ya da bu gün gelmis viz gelir tiris gider. Çünkü ben ne geç- miste, ne de gelecekte yasiyorum. Benim yalnizca simdim var ve beni sadece o ilgilendirir. Her zaman simdide yasa mayi basarabilirsen, mutlu bir insan olursun. Çölde haya oldugunu, gökyüzünde yildizlar oldugunu ve insan hayati ntn özünde bulundugu için kabile muhariplerinin savastik larim anlayacaksin. O zaman hayat bir bayram, bir senli1 olacak, çünkü hayat yasamakta oldugumuz andan ibaretti ve sadece budur. -v iki gece sonra, uykuya dalmak üzereyken, yürüyü yönlerini gösteren yildiza bakti delikanli. Sanki ufuk bira; daha yaklasmis gibiydi, çöl '.n üzerinde yüzlerce yildiz var di. 94 95 Orasi vaha, dedi deveci. Öyleyse niçin hemen gitmiyoruz oraya? Çünkü uyumamamiz gerek. GÜNES BASLAR-. UFUKTAN YÜKSELMEYE ken gözlerini açti delikanli. Karsisinda, geceleyin küçük yildizlarin parildadigi yerde, bütün çöl yüzeyini kaplayan hurma agaci dizileri uzaniyordu. - Sonunda geldik! diye haykirdi, uykudan uyanw In- giliz. Ama delikanli agzini açmadi. Çölün sessizligini ögren- misti; karsisinda duran hurma agaçlarina bakmakla yetin- di. Piramitlere ulasmak için önünde hâlâ uzun bir yol var- di; ve bu sabah, bir gün, bir anidan baska bir sey olmaya- cakti onun için. Ama simdi, simdiki andi, devecinin sözü- nü ettigi bayramdi; bu âni geçmisin dersleri ve gelecegin düsleriyle birlikte yasamaya çalisiyordu. Bir gün, bu bin- lerce hurma agacinin görüntüsü yalnizca bir ani olacakti. Ama bu anda, onun için gölgeyi, suyu ve savasa karsi bir sigmagi simgeliyordu. Ayni sekilde, bozlayan bir deve bir tehlike isaretine dönüsebilir, hurma agaci dizileri de bir mucize yansitabilirdi. "Evrenin birden çok dili var,' diye düsündü. 96 'ZAMAN DA HIZLANDIKÇA KERVANLAR hizlaniyor,* diye düsündü Simyaci, yüzlerce insan ve hay- vanin Vaha'ya geldigini görerek. Vaha sakinleri bagira ça- gira yeni gelenleri karsilamaya kostular. Kalkan toz, çöl günesini gölgeliyor; yabancilari gören çocuklar sevinçten havaya siçriyordu. Simyaci, kabile reislerinin kervan basi- nin yanma gittiklerini ve hep birlikte gizli bir toplantiya oturduklarini fark etti. Ama bunlarin hiçbiri ilgilendirmiyordu Simyaciyi. Daha önce de nice insanlarin gelip nicelerinin gittigini gör- müstü; Vaha ve çölün sessizligini hiçbir sey bozamamisti. Rüzgârin etkisiyle biçim degistiren bu uçsuz bucaksiz kumlarda taban tepen krallar ve dilenciler görmüstü; ama çocukken gördügü kumlardan farkli degildi bu kumlar. Her seye karsin, sari topraktan, lacivert gökyüzünden son- ra, hurma agaçlarinin yesilinin gözlerinin önünde belirdi- gini gören yolcularin hissettikleri nesenin birazini yüregi-" nin derinliklerinde duymasina engel olamiyordu. "Belki de Tanri, çölü, insanlar hurma agaçlarini gö- rünce sevinsinler dîye yaratti,' diye düsündü. Ardindan daha gündelik sorunlarla ilgilenmeye karar verdî. Bildigi gizlerin bir bölümünü ögretecegi insanin bu kervanla geldigini biliyordu. Isaretler bunun haberini ver- misti. Bu adami henüz bilmiyordu, ama deneyimli gözleri onu gördükleri anda taniyacaklardi. Bunun da, daha önce- ki tilmizi kadar yetenekli olacagim umuyordu. "Bu seyler neden mutlaka agizdan kulaga aktariliyor, dogrusu bilmiyorum/ diye düsündü. Bunlarin gerçek giz- ler olmasindan degildi hiç kuskusuz: Tanri kendi gizlerini bütün yaratiklara özgürce açiyordu. Simyan 97/7 Ona göre bunun bir tek açiklamasi vardi: Kuskusuz bunlar Saf Hayat'in parçalari olduklari ve Saf Hayat'i re- sim biçiminde ya da söz halinde kavramak çok güç oldugu için, bu seyleri bu sekiide aktarmak gerekiyordu. Çünkü insanlar resimlerin ve sözcüklerin büyüsüne kapilip sonunda Evrenin Dili'ni unuturlar. * 98 YENI GELENLER KABI- HEMEN AL-FAYOUM le seflerinin huzuruna çikarildilar. Delikanli gördüklerine inanmakta güçlük çekiyordu: Birkaç hurma agaciyla çevri- li bir kuyunun (bir tarih kitabinda okudugu bir betimle- meye göre) yerine, Vaha'nin herhangi bir Ispanyol köyün- den çok daha büyük oldugunu görüyordu. Vaha'da üç yüz kuyu, elli bin hurma agaci ve hurma agaçlarinin arasina dagilmis çok sayida çadir vardi. - Sanki Bin Bir Gece, dedi, Simyaciyi hemen görmek için sabirsizlanan Ingiliz. Çevrelerini hemen çocaklar sardi: Binek hayvanlari- na, develere, gelen insanlara merakla bakiyorlardi. Erkek- ler, gelenlerin savas isaretlen görüp görmediklerini ögren- mek istiyorlar; kadinlarsa tüccarlarm getirdigi kumas ve degerli taslar için çekisiy >r!ardi. Çölün sessizligi arlik uzak bir hayâl gibiydi; herkes, sanki ruhlar dünyasindan ayrilip insanlarin dünyasina gelmis gibi, durmadan konu- suyor, gülüyor ve girtlak paraliyordu Insanlar neseli ve mutluydular. Deveci, önceki gece alman önlemlere karsin, sakinleri- nin çogunlugu kadin ve çocuklardan olustugu için, çölde vahalarin her zaman tarafsiz topraklar sayildigini açikladi delikanliya. Eki taraim da kendi vahalari vardi; bu nedenle çöîün kumlarinda birbirlerini bogazlayan savacilar, birer siginak saydiklari vahalarin huzurunu bozmuyorlardi. Kervan basi, biraz güç de olsa adamlarini ve yolcuiari bir araya toplayip kendilerine bilgi verdi. Kabileler arasin- daki savas bitinceye kadar burada kalacaklardi. Yolcular, ziyaretçi olarak Vaha saktniennin çadirlarina konuk edile- cekler, kendilerine en Iyî ye. ier verilecekti. Geleneksel ko- 9 9 nukseverligin yasasi böyleydi. Sonra, aralarinda kendi nö- betçileri de olmak üzere herkesin, silahlarini kabile reisle- rinin görevlendirdigi adamlara teslim etmelerini istedi. - Savasin kurallari böyle, diye açikladi. Böylece mu- haripler, vahalari siginak olarak kullanamazlar. ingiliz'in, ceket cebinden krom kapli bir tabanca çi- kartip silahlari toplamakla görevli adama teslim ettigini gören delikanlinin saskinliktan agzi açik kaldi. - Tabancayla ne isiniz var? diye sordu delikanli. - insanlarin kararsiz kalmamalari konusunda bana yardimci olmasi için, dedi. Arayisi sona ermis oldugu için mutluydu. Delikanliya gelince, o hazinesini düsünüyordu. Haya- line yaklastikça, isler daha güçlesiyordu. Yasli kralin 'ace- mi talihi' adini verdigi sey artik olmuyordu. Simdi, kendi Kisisel Menkibe'sinin pesine düsmüs kimse için diretme ve cesaret sinavinin söz konusu oldugunu biliyordu. Bu ne- denle acele etmemeli, sabirsizlik göstermemeliydi. Yoksa Tanri'nm yoluna dizdigi Isaretleri göremeyebilirdL 'Onlari yoluma Tanri dizdi,' diye düsündü, kendi kendine sasarak. Simdiye kadar, isaretleri bu dünyaya ait birseyler olarak görmüstü. Yemek yemek ya da uyumak gibi, ask ya da is aramaya çikmak gibi. Ama bunun, kendi- sine yapmasi gerekeni göstermek için Tann'nm kullandigi bir dil olabilecegini hiç düsünmemisti. 'Sabirsiz olma,* diye tekrarladi, kendi kendine. "Deve- cinin dedigi gibi, yemek zamani gelince yemegi ye. Yürü- me zamani gelince yürü.' Ilk gün, aralarinda îngiîiz de olmak üzere, yorgunluga teslim olan herkes uyudu. Delikanli, asagi yukari kendi yasinda bes çocukla birlikte biraz uzaktaki bir çadirda ka- liyordu. Çöl çocuklariydi bunlar, büyük kentleri merak ediyorlardi. Delikanli çobanlik yaptigi dönemi anlatti; In- giliz girdigi sirada, billûrive dükkâni serüvenini anlatmaya baslamak üzereydi. 100 - Bütün sabah sizi aradim, dedi, arkadasini disari çi- kartirken. Simyacinin yerini bulmama yardimci olmalisi- niz. Onu ilkin kendi olanaklariyla bulmayi denediler. Bir Simyaci, hiç kuskusuz Vaha'nin öteki sakinlerinden daha degisik yasiyor olmaliydi; büyük bir olasilikla çadirinda sürekli yanan bir ocak vardi. Uzun uzun. dolastiktan son- ra, Vaha'nin onlarin düsündügünden çok daha genis oldu- gunu ve yüzlerce, yüzlerce çadir bulundugunu anladilar. - Neredeyse bütün bir günü yitirdik, dedi ingiliz, ar- kadasiyla birlikte Vaha'daki bir kuyunun yanina oturur- ken. - Sormak belki daha iyi olur, dedi delikanli. Ingiliz, Al-Fayoum'da oldugunu kimseye belli etme- mek istiyordu, bu nedenle karar veremedi. Sonunda, bo- yun egdi ve Arapçayi kendisinden daha iyi konusan deli- kanlidan gerekeni yapmasini istedi. Delikanli, bunun üze- rine, koyun derisinden tulumunu doldurmak için kuyuya gelen bir kadina yaklasti. - Aksam serifleriniz hayirli olsun ya hatun! Bu vaha- da yasayan bir Simyaci var, nerede oturdugunu ögrenmek isterdim, dedi. Kadin böyle birini hiç duymadigini söyledi ve hemen uzaklasti. Bununla birlikte, siyah giysiler giymis kadinlarla konusmaya kalkismamasi konusunda da uyardi delikanli- yi, çünkü evli kadinlardi bunlar. Gelenege saygi göstermek zorunluydu. Ingiliz büyük bir hayal kirikligina ugramisti. Demek bu yolculugu bosu bosuna yapmisti. Arkadasi da üzülmüs- tü bu duruma. Ingiliz de kendi Kisisel Menkibe'sinin pe- sinden gidiyordu. Ve bir Insan bunu yapiyorsa, bütün Ev- ren, onun aradigini bulmasina yardimci olmak ister: Böyle söylemisti yasli kral. Onun yanilmasi olanaksizdi. - Simdiye kadar burada simyacilardan söz edildigini hiç duymadim, dedi delikanli. Yoksa size yardimci olmak Isterdim. 10 1 ingiliz'in gözleri parladi. - Elbette öyle, diye haykirdi. Belki de burada bir simyacinin kim oldugunu bilmiyordu. Siz, köyde has taliklari kimin iyilestirdigini sorun en iyisi. Siyah giyinmis birkaç kadin su çekmek için kuyuyj geldiler, ama Ingiliz'in üstelemesine karsin delikanli onlar- la konusmadi. Sonunda bir erkek geldi. - Köyde hastaliklari iyi eden birini taniyor musu- nuz? diye sordu ona delikanli. -.Bütün hastaliklari Allah iyi eder, diye yanitladi adam. Bu yabancilardan açikça korkmustu. Siz ikiniz bü- yücü ariyorsunuz. Ve Kur'an'dan birkaç ayet okuduktan sonra yoluna gitti. Bir baska adam geldi. Daha yasliydi, elinde sadece kü- çük bir kova vardi. Delikanli ona da ayni soruyu sordu. - Onun gibi bir adami neden ariyorsunuz? diye sor- du Arap, yanit olarak. - Çünkü suradaki dostum, bu adami tanimak için ay- larca yolculuk yapti. - Bu adam eger Vaha'da yasiyorsa, çok güçlü biri ol- mali, dedi yasli adam biraz düsündükten sonra. Kabile sef- leri bile canlarinin istedigi zaman göremezler onu. Böyle bir seyi onun istemesi gerekir. Siz iyisi mi savasin sona er- mesini bekleyin ve kervanla birlikte yolunuza gidin. Va- ha'nin hayatina girmeye çalismayin, diye bagladi konus- masini, yanlarindan ayrilirken. Ama Ingiliz'in etekleri zil çalmaya basladi. Demek ki iyi iz üzerindeydîler. Bu sirada bir genç kiz göründü, siyah giysi giyinme- misti. Omzunda bir testi tasiyordu ve basinin çevresinde bir peçe vardi, ama yüzü açikti. Delikanli, Simyaciyi sor- mak üzere yanina yaklasti. O wda zaman durmus gibi oldu; sanki Evrenin Ru- hu, delikanlinin önünde bütün gücüyle ortaya çikiyormus gibiydi. 102 Kizin siyah gözlerini, gülümseme ile susma arasinda karar veremeyen dudaklarini görünce, dünyanin konustu- gu ve yeryüzünün bütün yaratiklarinin yürekleriyle anla- diklari dilin, en temel ve en yüce bölümünü anladi deli- kanli. Ve Ask'ti bunun adi, insanlardan da çölden de daha eskiydi, tipki kuyunun yaninda bu iki bakisin bulusmasi benzeri, iki bakisin bulustugu her yerde, her zaman ayni güçle ortaya çikardi. Dudaklar sonunda gülümsemeye ka- rar verdiler, ve bir isaretti bu, bütün ömrü boyunca bilme- den bekledigi, kitaplarda, koyunlarin yaninda, kristallerde ve çölün sessizliginde aramis oldugu isaretti. Evrenin Saf Dili'ydi bu, herhangi bir açiklamaya ge- reksinimi yoktu, çünkü Evren'in sonsuz zamanda yoluna devam etmek için hiçbir açiklamaya gereksinimi yoktu. Delikanli o anda, hayatinin kadininin karsisinda oldugunu ve kizin da hiçbir söze gereksinim duymadan bunu bildigi- ni biliyordu. Anababasi, anababasinin anababasi, biriyle evlenmeden önce ona kur yapmak, nisanlanmak, onu tani- mak ve para sahibi olmak gerektigini söyleseler de, deli- kanli dünyada en çok bundan emindi. Bunun tersini söyle- yenler, evrensel dilden habersiz kimselerdi. Çünkü bu dili bilen biri, ister çölün ortasinda ya da Ister büyük kentlerin göbeginde olsun, dünyada her zaman bir baskasini bekle- mekte olan biri bulundugunu kolayca anlayabilir. Ve bu iki insan karsilasinca ve gözleri bulusunca, bütün geçmis ve bütün gelecek artik bütün önemini yitirir, yalnizca o an, ve gökkubbe altinda her seyin ayni El tarafindan yazil- digi gerçekligi vardir, bu inanilmaz gerçek vardir. Ask'i yaratan ve çalisan, dinlenen ve günes isigi akinda hazineler arayan her kimse için sevilecek birini yaratmis olan El. Çünkü, böyle olmasaydi, insan soyunun hayallerinin hiç- bir anlami olmazdi. 'Mektup,' dedi kendi kendine. Oturmakta olan Ingiliz yerinden kalkti ve arkadasini sarsti. - Haydi! Sorun ona! Delikanli genç kiza yaklasti. Kiz yeniden gülümsedi. Delikanli da gülümsedi. - Adin ne senin? diye sordu delikanli. - Benim adim Fatima, diye yanitladi, gözlerini indi- rerek. - Geldigim ülkedeki bazi kadinlarin adi da böyledir. - Peygamberin kizinin adidir, dedi Fatima. Mücahit- lerimiz götürdüler oraya. Güzel kiz, mücahitlerden gururla söz ediyordu. Yan- larinda duran Ingiliz israr ediyordu. Bunun üzerine deli- kanli, genç kiza bütün hastaliklari iyi eden bîr adam tani- yip tanimadigini sordu. - Dünyanin gizlerini bilen bir adam. Çölün cinleriy- le konusuyor, dedi genç kiz. Cinler, Iyilik ve Kötülük perileriydiler. Ve genç kiz eliyle güney yönünü gösterdi, bu tuhaf adam o tarafta otu- ruyordu. Sonra testisini doldurup uzaklasti. Ingiliz de Simyaci- yi aramak için uzaklasti. Delikanli uzun süre kuyunun ya- ninda oturdu ve gündogusu rüzgârinin kendi yüzünde bir gün bu kadinin kokusunu biraktigini ve bu kadinin yasa- digini bile bilmeden onu sevmis oldugunu düsündü. Ve bu kadina duydugu ask ona dünyanin bütün gizlerini açacak- ti. trlesi gün genç kizi beklemek için kuyuya gitti deli- kanli. Orada Ingiliz'i bulunca sasirdi: Ilk kez çölü seyredi- yordu. - Bütün ikindi, bütün aksam bekledim, dedi ingiliz, Ilk yaldizlar dogarken geldi. Kendisine ne aradigimi söyle- dim. Bana kursunu, altina dönüstürüp dönüstürmedigimi sordu. Ben de tam olarak iste bunu ögrenmek istedigimi söyledim. Bunun üzerine denememi söyledi. 'Git de- ne!'den baska bir sey söylemedi bana. 104 Delikanli agzini açmadi. Demek ki, Ingiliz çoktandir bildigi bir seyi ögrenme^ için tepmisti bunca yolu. Ve bu- nun benzeri bir sey ögrenmek için, kendisinin de yasli kra- la alti koyun vermis oldugunu animsadi. - Öyleyse deneyin, dedi Ingiliz'e. t - Ben de onu yapacagim. Ise hemen koyulacagim. Ingiliz ayrildiktan az sonra, Fatima su doldurmak için kuyuya geldi. - Sana tek bir sey söylemek için geldim, dedi delikan- li, genç kiza. Benim karim olmani istiyorum. Seni seviyo- rum. Genç kiz testiyi tasirdi. - Seni her gün burada bekleyecegim, diye konusmasi- ni sürdürdü delikanli. Piramitlerin yakininda bulunan bir hazineyi aramak için bütün çölü geçtim. Savas benim için tam bir talihsizlikti. Ayni savas simdi benim için bîr talih, Çünkü burada senin yaninda kaliyorum. - Savas bir gün bitecek, dedi genç kiz. Delikanli Vaha'daki hurma agaçlarina bakti. Çoban- lik yapmisti. Burada da koyunlar vardi. Hazineden daha önemliydi Fatima. - Muharipler kendi hazinelerini ariyorlar, dedi genç kiz, sanki onun düsüncelerini kesfetmis gibi. Ve çöl kadin- lari muhariplerinden gurur duyuyorlar. Sonra, testisini yeniden doldurup oradan uzaklasti. Delikanli her gün kuyuya gidip Fatima'nm gelmesini bekliyordu. Fatima'ya çobanlik hayatini, kralla rastlasma- sini, kristal dükkânini anlatti. Dost oldular ve birlikte an- cak on bes dakika geçiriyor olmalarina karsin, bu süreyi günün geri kalan bölümünden çok daha azun buluyordu. Neredeyse bir aya yakindir Vaha'daydilar. Kervan Ba- si bir p-ün herkesi toplantiya çagirdi. - Savasin ne zaman bitecegini bilm^ uz ve tekrar yola çikmamiz olanaksiz, dedi. Savas kuskusuz daha uzun süre devam edecek, belki de yillarca. Iki taraf da, cesur ve 10 5 kahraman muhariplerle dolu ve iki ordu da savasmaktan gurur duyuyor. Bu iyiler ile kötüler arasindaki bir savas degil. Ayni iktidari ele geçirmek isteyen güçler arasindaki bir savas bu ve böyle bir savasta Allah iki tarafin da yanin- dadir. Insanlar dagildilar. Delikanli o aksam FatIma'yi tek- rar gördü ve ona toplantida söylenenleri aktardi. - Ikinci görüsmemizde, dedi genç kiz, bana askindan söz ettin. Daha sonra bana'Evrenin Dili gibi, Evrenin Ru- hu gibi çok güzel seyler ögrettin. Ve bunlar, azar azar beni senin parçan haline getirdiler. Delikanli onun sesini dinliyor ve bu sesi, hurma agaç- larinin yapraklarindan esen rüzgârin hisirtisindan çok da- ha güzel buluyordu. - Seni beklemek için kuyuya çok erken geldim. Çok bekledim. Geçmisimi, gelenegi, erkeklerin çöl kadinlarinin nasil davranmalarini istediklerini animsayamiyorum. Kü- çükken, çölün bir gün bana hayatimin en güzel armagani- ni verecegini hayal ederdim. Ve bu armagan verildi simdi bana, bu armagan sensin. Delikanli genç kizin elini tutmak istedi. Ama Fatima testinin kulplarindan tutuyordu. - Bana düslerini, yasli krali ve hazîneyi anlattin. Ba- na isaretlerden söz ettin. Iste bu yüzden hiçbir seyden korkmuyorum, çünkü seni bana bu isaretler getirdiler. Se- nin de sik sik tekrarladigin gibi, ben senin düslerinin ve Kisisel Menkibe'nin bir parçasiyim. Ayni sebepten dolayi, senin, aramaya geldigin seyin dogrultusunda yolunu sür- dürmeni istiyorum. Savasin bitmesini beklemen gereki- yorsa çok iyi. Ama daha erken gitmek zorundaysan, öy- leyse Menkibe'nin yoluna git. Kumullar rüzgârin etkisiyle degisirler, ama çöl hep ayni kalir. Askimiz da böyle ola- cak. - Mektup, dedi genç kiz bir kez daha. Ben, senin Menkibe'nin bir parçasiysam bir gün geri döneceksin. 106 Delikanli, genç kizin yanindan ayrilirken üzgündü. Simdiye kadar tanimis oldugu insanlari düsünüyordu. Evli olan çobanlar, kirlarda dolasmalari gerektigi konusunda karilarini inandirmakta çokça güçlük çekiyorlardi. Ask, sevilen nesnenin yaninda bulunmayi zorunlu kiliyordu. Ertesi gün, Fatima'ya bunlardan söz etti Delikanli. - Çöl bizden erkeklerimizi aliyor, dedi Fatima, ve her zaman geri getirmiyor onlari. Buna alismak zorunda- yiz. Artik onlar, yagmur yagdirmadan geçen bulutlarda, taslarin arasina gizlenen hayvanlarda, topraktan fiskiran cömert suda bulunuyorlar. Artik onlar her seyin bir parça- si oldular, Evrenin Ruhu oldular. Gidenlerin kimileri geri dönüyorlar. O zaman öteki kadinlar mutlu oluyorlar, Çünkü kendi bekledikleri erkekler de günün birinde geri dönebilirler. Eskiden bu kadinlara bakar ve onlarin mutlu- luklarini kiskanirdim. SimdI benim de bekleyecek bir er- kegim olacak. Ben bir çöl kadiniyim ve bundan gurur du- yuyorum, istiyorum ki benim erkegim de kumullarin yer- lerini degistiren rüzgâr gibi özgürce dolassin. Istiyorum ki onu bulutlarda, hayvanlarda ve suda görebileyim. Delikanli Ingiliz'in yanma gitti. Ona Fatima'dan söz etmek istiyordu. Ingiliz'in, çadirinin yanina küçük bir ocak yapmis oldugunu görünce sasirmamazlik etmedi. Tu- haf bir ocakti, üzerinde saydam bir sise vardi. Ingiliz atesi odunla besliyor ve çölü gözlemliyordu. Gözleri, kitap okumaya daldigi zamankilerden sanki daha pariltiliydi. - Çalismanin bu ilk evresi, dedi. Karisik kükürtü saf- lastirmam gerekiyor. Ve bunu gerçeklestirmek için, basari- sizliga ugramaktan korkmamak zorundayim. Basarisizliga ugramak korkusu, simdiye kadar Büyük Yapit'a girisme- me hep engel oldu. On yil önce baslamam gereken seye ancak simdi baslayabiliyorum. Ama yirmi yil beklemis ol- dugum için de mutluyum. Ve çöle bakarak atesi kotarmayi sürdürdü. Delikanli, çöl, batan günesin pembe rengini alincaya kadar bir süre onun yaninda kaldi. Sessizligin, sorularini yanitlayabilip bilemeyecegini anlamak için çöle dalmak istedi, dayanil- maz bir istekti bu. Vaha'mn hurma agaçlarini gözden yitirmeden bir sü- re amaçsizca yürüdü. Rüzgâri dinliyor, ayaklarinin altinda Çakil taslarini hissediyordu. Kimi zaman, bir kavki bulu- yordu ve bu çölün, çok eski çaglarda büyük bir deniz ol- •dugunu biliyordu. Büyük bir tasin üzerine oturdu ve ken- disini karsisinda duran ufkun büyüsüne birakti. Aski, ona bir sahip olma düsüncesi katmaksizin düsünemiyordu. Ama Fatima bir çöl kadiniydi. Bir sey onun anlamasina yardimci olabilecekse, bu da kuskusuz çöldü. Basinin üstünde bir jeyin kimildadigini hissedinceye kadar, orada hiçbir sey düsünmeksizin öyle kaldi. Gökyü- züne bakinca, gökyüzünün enginlerinde uçan iki atmaca gördü. Yirtici kuslara ve. uçarken çizdikleri sekillere dikkatle bakti. Bunlar görünüste düzensiz çizgilerdi, ama onun için gene de bir anlamlari vardi. Ne var ki anlamlarini çözemi- yordu. Bunun üzerine kuslarin hareketlerini gözleriyle iz- lemeye karar verdi; böylelikle, belki de bir mesaj okuyabi- lirdi. Belki de çöl kendisine sahip olmayi gerektirmeyen aski açiklayabilirdi. Uykusunun geldigini hissetti. Ama yüregi ondan uyu- mamasini istedi; oysa tam tersine kendini birakmasi gere- kiyordu. - Iste Evrenin Dili'ni kavriyorum, dedi ve bu dünya- da her seyin bir anlami var, atmacalarin uçusuna varincaya kadar. Bir kadina duydugu ask için, içinde derin bir min- net hissetti, insan sevince/ diye düsündü, "nesneler daha çok anlam kazaniyor.* • Birden, atmacalardan biri, ötekine saldirmak için pike yapti. O anda delikanlinin gözünün önünde ani ve kisa bir görüntü belirdi- S.'ahli bir birlik, elde kiliç Vaha'yi isgal ediyordu. Görüntü hemen yok oldu, ama biraktigi etki ^ok canliydi. Sfi^plardan söz edildigini duymus ve birkaç serap görmüstü: Çölün kumlarinda somutlasan arzulardi 108 bunlar. Ne var ki, hiç kuskusuz bir ordunun Vaha'yi ele geçirdigini de görmek istememisti. Bunlari unutmak ve tekrar düsünceye dalmak istedi; yeniden pembe asiboyasi çöle ve taslara yöneltmek istedi zihnini. Ama yüregindeki bir sey rahat birakmiyordu onu. "Her zaman isaretleri izle," demisti yasli kral. Fati- ma'yi düsündü. Sonra gördügü görüntüyü animsadi ve bu- nun gerçeklikten pek uzak olmadigini sezdi. içini sar w boguntudan kurtulmaya çalisti. Ayaga kal- kip hurma agaçlarina dogru yürüdü. Bir kez daha, nesnele- rin çogul dilini anliyordu: Simdi, Vaha tehlikeyi simgeler- ken çöl güvenligi temsil ediyordu. Deveci, bir hurma agacinin dibine oturmus, günesin batisini seyrediyordu. Delikanlinin bir kumulun arkasindan çikarak geldigi- ni gördü. - Bir ordu yaklasiyor, dedi delikanli. Bir görüntü gördüm. - Çöl, insanlarin yüregini hayallerle doldurur, diye yanitladi deveci. Ama delikanli ona atmacalari anlatti: Atmacalarin uçusunu izlerken birden Evrenin Dili'ne dalmisti. Deveci hiçbir karsilik vermedi; delikanlinin kendisine anlattigi seyi wliyordu. Herhangi bir seyin, yeryüzünde, her seyin yasamini anlatabilecegini biliyordu. Bir kitabin herhangi bir sayfasini açarak, birinin elini inceleyerek, ya da kuslarin uçusuna bakarak, ya da kâgit fali açarak, ya da bir baska yöntemle, o anda yasamakta oldugumuz dene- yimle bir iliski kurabiliriz hepimiz. Aslinda, nesneler ken- diliklerin4en hiçbir sey açinlamazlar; insanlar bu nesneleri gözlemleyerek, Evrenin Ruhu'nu anlama yöntemini kesfe- debilirler. Çöl, Evrenin Ruhu'nu kolayca anlayabilmeleri saye- sinde hayatlarini kazanan insanlarla doluydu. Kâhin adi veriliyordu bunlara; ve kâhinler, kadinlar ve yaslilardan 10 9 korkarlardi. Savasçilar bunlara pek ender danisirlardi, çün- kü insanin ne zaman ölecegini önceden bilerek savasa git- mesi olanaksizdir. Savasçilar, savastan haz almayi, bilinme- yen bir seyden heyecan duymayi yeglerler; gelecek Allah tarafindan yazilmistir ve Allah ne yazarsa yazsin, insanla- rin iyiligi içindir. Bu nedenle, savasçilar yalnizca simdiki zamanda yasiyorlardi, çünkü simdiki zaman beklenmedik olaylarla doluydu ve bir yigin seye dikkat etmek zorun- daydilar: Düsmanin kihci neredeydi, ati neredeydi, ölüm- den kurtulmak için hangi vurusu yapmaliydilar? Deveci bir savasçi degildi ve simdiye kadar kâhinlere danistigi olmustu. Aralarindan çogu kendisine dogru sey- ler söylemislerdi,* kimileri de yanlis seyler söylemisti. Bir gün en yasli (ve en ürkütücü) kâhin, deveciye neden bu ka- dar gelecekle ilgilendigini sormustu. - Birseyler yapabilmek için, diye yanitlamisti deveci. Ve olmasini istemedigim seyleri tersine çevirmek için. - O zaman bu senin gelecegin olmaz ki, diye yanitla- di kâhin. - Ama belki de olacaklara kendimi hazirlamak için gelecegi ögrenmek istiyorum. . - Bunlar Iyi seylerse hos bir sürpriz olacaklar, dedi kâhin. Kötü seylerse daha gerçeklesmeden aci çekeceksin. - Bir erkek oldugum için gelecegi ögrenmek istiyo- rum, dedi bunun üzerine deveci. Ve erkekler geleceklerine bagli yasarlar. Kâhin bir süre konusmadan durdu. Degnek falincia uzmanlasmisti. Yere attigi degneklerin durus biçimlerine göre yorum yapiyordu. Ama o gün degneklerini kullan- madi. Bir beze sarip cebine koydu. - Insanlarin gelecegini okuyarak hayatimi kazaniyo- rum, dedi. Degnek gizbilimini taniyorum ve her seyin ya- zili oldugu mekâna girmek için onlardan yararlanmayi bi- liyorum. Orada geçmisi okuyabilirim, unutulmus olanlari kesfedebilirim ve simdinin isaretlerini anlayabilirim. In- sanlar bana danismaya geldikleri zaman, gelecegi okumam: 110 Onu sezerim. Çünkü gelecek Tanri'ya aittir ve yalnizca O açinlar gelecegi ve yalnizca olaganüstü durumlarda. Gele- cegi nasil seziyorum? Simdinin Isaretleri sayesinde. Gizin kökü simdidedir; simdiye dikkat edecek olursan, onu iyi- lestirebilirsin. Ve simdiyi iyilestirebilirsen, daha sonra ge- lecek olan da iyi olacaktir. Gelecegi unut ve hayatinin her gününü Seriat'in kurallarina uygun olarak ve Tanri'nin ev- latlarina bahsettigi inayete güvenerek yasa. Her gün kendi- siyle birlikte Ebediyeti getirir. Deveci, Tanri'nin gelecegi görmeye izin verdigi olaga- nüstü durumlarin neler oldugunu ögrenmek istedi: - Kendisi bizzat onu açinladigi zaman. Ve Tanri gele- cegi pek ender açinlar ve bunu bir tek gerekçe için yapar: Degismek üzere yazilmis bîr gelecek söz konusu oldugu zam w. Tanri delikanliya bir gelecegi göstermis,' diye düsün- dü deveci. Çünkü delikanlinin kendisine vasita olmasini is- tiyordu. - Kabile reislerinin yanina git, dedi deveci. Onlara yaklasan savasçilari anlat. - Benimle alay edecekler. - Bunlar çöl insanlaridirlar. Çöl insanlari isaretlere aliskindir. - Öyleyse durumu biliyor olmalilar. - Kafalarina takmazlar bunu. Allah'in kendilerine bildirmek istedigi bir seyden haberdar olmalari gerektigin- de, birinin gelip kendilerine haber verecegine Inanirlar. Is- te bugün, bu elçi sensin. Delikanli Fatima'yi düsündü. Ve kabile reislerinin ya- nma gitmeye karar verdi. Vaha'nin ortasina kurulmus kocaman beyaz çadirin kapisinda nöbet tutan muhafiza: - Çölden bir haber getiriyorum. Reislerle konusmak istiyorum, dedi. 11 1 Muhafiz yanitlamadi onu. Çadira girip uzun süre kal- di orada. Sonra beyaz ve altin sarisi giysiler giyinmis genç bir Arap'la birlikte disari çikti. Delikanli, oria görmüs ol- dugu seyleri anlatti. Arap, ona beklemesini söyleyip çadira girdi. Gece oldu. Bu arada Araplar, bir yigin tüccar çadira girip çikti. Yavas yavas ocaklar söndü ve Vaha çöl kadar sessizlesti. Yalnizca büyük çadirin isigi yaniyordu. Deli- kanli, bu süre içinde hep Fatima'yi düsündü; ögleden son- ra yaptiklari konusmayi hâlâ anlamis degildi. Sonunda birkaç saat bekledikten sonra muhafiz, deli- kanliyi içeri aldi. Gördügü karsisinda heyecanlandi delikanli. Çölün or- tasinda böyle bir çadirin olabilecegini hiç düsünmemisti. Yer, simdiye kadar üzerinde yürümedigi güzellikte en gü- zel halilarla kapliydi; yukariya, içlerinde yanan mumlar bulunan, parlak ve islemeli madenden avizeler asilmisti. Bol islemeli ipek yastiklara yaslanmis kabile reisleri çadi- rin gerisinde yarim daire halinde oturuyorlardi. Hizmetçi- ler lezzetli yiyeceklerle dolu gümüs tepsilerle gidip geli- yor, çay sunuyorlardi. Baska hizmetçiler nargilelerin ates- lerini tazeliyorlardi. Havaya pek hos bir tütün kokusu ya- yiliyordu. Sekiz kabile reisi vardi, bunlarin hangisinin en büyük oldugunu hemen anladi. Beyaz ve altin rengi bir giysi giy- mis olan Arap, yarim dairenin ortasina oturmustu. Onun yaninda, biraz önce konusmus oldugu genç yer almisti. - Mesajdan söz eden yabanci kim? diye sordu reisler- den biri delikanliya bakarak. - Benim. Ve gördügü seyleri anlatti delikanli. - Bizim burada kaç kusaktir yasadigimizi bildigi hal- de, çöl böyle bir seyi bir yabanciya neden söylesin? dedi bir baska kabile reisi. 112 - Çünkü benim gözlerim henüz çöle alismadi, bu ne- denle alismis gözlerin göremeyecegi seyleri ben görebili- rim. 'Ayrica ben Evrenin Ruhurnun ne oldugunu biliyo- rum,' diye düsündü. Ama Araplar böyle seylere inanmadi- gi için bunu eklemedi sözlerine. - Vaha tarafsiz bir yerdir. Hiç kimse saldirmaz bir vahaya, dedi üçüncü bir reis. - Ben yalnizca gördügümü söylüyorum. Bana inan- mak istemiyorsaniz bir sey yapmazsiniz. Çadira birden büyük bir sessizlik çöktü, ardindan atesli bir tartisma basladi. Delikanlinin anlamadigi bir Arap lehçesi konusuyorlardi, ama delikanli disari çikmaya kalkisinca, muhafiz kendisine engel oldu. Bunun üzerine korkmaya basladi; isaretler birseylerin yolunda gitmedigi- ni söylüyordu ona. Bu olayi deveciyle konustuguna pis- man oldu. Birden, ortada oturan yasli adam belli belirsiz gülüm- sedi. Bunu gören delikanlinin içi rahat etti. Yasli adam tar- tismaya katilmamis ve henüz bir sey söylememisti. Ama Evrenin Dili'ne artik alismis olan delikanli çadirda dolasan bari§ titresimini hissedebiliyordu. Sezgisi ona gelmekle iyi ettigini söylüyordu. Tartisma sona erdi. Yasli adamin konusmasini dinle- mek için herkes sustu. Sonra yasli adam, yabanciya döndü. Simdi yüzünde soguk ve kibirli bir ifade vardi. - Bundan iki bin yil önce, uzak bir ülkede, düslere inanan bir adami kuyuya attilar ve onu esir gibi sattilar. Bizim ülkenin tüccarlari onu satin aldilar ve Misir'a götür- düler. Ve hepimiz Biliyoruz ki düslere inanan kimse onlan yorumlamasini da bilir.' cAma her zaman gerçeklestii meyi basaramaz onlari,5 diye düsündü delikanli, yasli Çingene kadini animsayarak. - Firavun'un gördügü ciliz inekler ve semiz inekler dü§ü sayesinde, bu adam Misir'i kitliktan kurtardi. Adi _ 'Tevrat'in Tekvin bölümünün 37-50 babUri Arasinda anlauUn Yusuf'un öyküsü. (Çe\ ) Simyaci 113/8 Yusuf'tu bu adamin. Bir yabanci ülkede senin gibi o da ya- banciydi ve asagi yukari senin yasindaydi. Sessizlik uzadi. Yasli adamin bakisi soguktu. - Her zaman Gelenege uyariz biz, diye sözlerini sür- dürdü yasli adam. Gelenek Misir'i açliktan kurtardi o za- man ve halkini bütün halklarin en zengini yapti. Insanla- rin çölü nasil geçeceklerini ve kizlarini nasil evlendirecek- lerini Gelenek ögretir. Gelenek, bir vahanin tarafsiz bölge oldugunu söyler, çünkü iki tarafin da kendi vahalari vardir ve bu yüzden iki taraf da savunmasizdir. Yasli adam konusurken kimse agzini açip tek sözcük söylemedi. Ama Gelenek bize çölün mesajlarina inanmamizi da söyler. Bildigimiz her seyi bize çöl ögretmistir. Yasli adamin isareti üzerine bütün Araplar ayaga kalktilar. Toplanti sona ermisti. Nargileler söndürüldü ve muhafizlar yerlerine geçtiler. Delikanli gitmeye hazirlani- yordu, ama yasli adam yeniden konusmaya basladi: - Yarin, Vaha sinirlari içinde kimsenin silah tasiya- mayacagini buyuran anlasmayi bozacagiz. Gün boyunca düsmani bekleyecegiz. Günes, batinca adamlar silahlarini bana teslim edecekler. Öldürülen her düsman Için bir altin lira alacaksin. Ama savasa girmeden silahlar çikartilmayacak. Silah- lar çöl gibi nazlidirlar; gereksiz yere çikartacak olursak da- ha sonra gerektigi zaman ates almazlar. Silahlar yarin kul- lanilmayacak olursa en azindan biri kullanilacak demektir: Sana karsi. 114 DELIKANLI ÇADIRDAN ÇIKTIGINDA DISARI vaha dolunayla yikaniyordu. Kendi çadirina gitmek için yirmi dakika yürümesi gerekiyordu. Tanik oldugu seyler tedirgin etmisti onu. Evrenin Ru- hu'na dalmisti ve bunun badelini kendi hayatiyla ödeyebi- lirdi. Büyük bir kumar oynamisti. Ama Kisisel Menki- be'sinin pesine düsmek için koyunlarim sattigi zaman da büyük bir tehlikeyi göze almisti. Ve devecinin dedigi gibi, yarin ölmek baska bir gün ölmekten daha uygun olurdu. Her gün, yasamak ya da ölmek içindi. Her sey yalnizca tek bir sözcüge bagliydi: "Mektup." Sessizce ilerledi. Hiçbir seye pisman degildi. Yarin ölecekse, Tanri onun gelecegini degistirmek istemedigi için ölecekti. Ama bogazi geçtikten sonra, billûriye dükkânin- da çalistiktan sonra, çölü ve Fatima'nin gözlerini tanidik- tan sonra da ölebilirdi. Uzun zaman önce, ülkesinden ay- rildigindan bu yana, her gününü yogun bir sekilde yasa- misti. Ertesi gün ölecek olursa gözleri açik gitmezdi, çün- kü gözleri öteki çobanlarin gözlerinden çok daha fazlasini görmüstü ve bundan gurur duyuyordu. Birden bir gürleme duydu ve görülmemis siddette esen bir rüzgârin etkisiyle ansizin yere yuvarlandi. Çevre- yi, neredeyse ay isigin i örten bir toz bulutu kapladi. Karsi- sinda dev boyutlu bir kir at ürkütücü bir kisnemeyle saha kalkti. Olan-biteni pek az görüyordu, ama toz buiutu "j^f hnca o zamana kadar duymadigi müthis* bîr korku"" ka pildi. Atin binicisi siyahlar giyinmis bir adamdi, jal &m- zunda bir sahin vardi. Basina bîr türban takm^i Ve r*w zündeki peçeden yaim/".vA gözleri görünuv .>rdu '~^,'b&f\ hg bercisi olabilirdi, ama herhangi bir dünyalidan çok daha güçlü bir kisiligi vardi. Tuhaf süvari, egerine asili kavisli kocaman kilicini ki- nindan çikardi. Çelik, ayisigmda parildadi. - Atmacalarin uçusunu yorumlamaya kim cesaret et- ti? diye sordu. Sesi öylesine gürledi ki, sanki Al-Fayoum* un elli bin hurma agaci tarafindan yankilandi. - Ben cesaret ettim, dedi delikanli. Ve hemen, iman- sizlari kir atinin ayaklari altinda ezen Ermis Santiago Ma- tamoros'un heykelini animsadi. Süvari, Ermis Santiago Matamoros'a benziyordu, ancak simdi durum tersineydi. - Ben cesaret ettim, diye yineledi delikanli. Ve basini egerek kiliç darbesine hazirlandi. - Evrenin Ruhu'nu he- saba katmadiginiz için birçok insanin hayati kurtulacak. Ne var ki, birden inmedi kiliç. Süvarinin eli agir agir indi ve kilicin ucu delikanlinin alnina dokundu. Kiliç öyle- sine keskindi ki bir damla kan belirdi. Süvari tas gibi kimildamadan duruyordu. Delikanli da öyle. Aklina kaçmak bile gelmemisti. Yüreginin derinlik- lerinden garip bir nese yayildi içine: Kisisel Menkibe'si için ölecekti. Ve Fatima için. Uzun sözün kisasi, simgeler dogruyu söylemisti. Iste düsman ile karsi karsiya bulunu- yordu ve madem ki Evrenin bir Ruhu vardi, öyleyse ölüm viz gelir tiris giderdi. Kisa bir süre sonra onun parçasi ola- cakti. Ve yarin, Düsman da onun parçasi olacakti. Yabanci, kilicin ucunu hâlâ delikanlinin alninda tutu- yordu. - Kuslarin uçusunu neden yorumladin? - Ben yalnizca kuslarin anlatmak istedikleri seyi oku- dum. Vaha'yi kurtarmak istiyorlar. Siz ve sizinkiler, hepi- niz öleceksiniz. Vaha'nin adamlari sizden daha fazla. Kilicin ucu hâlâ delikanlinin alninda duruyordu. - Sen kim oluyorsun da Tann'nin yazdigi yazgiyi de- gistirmeye kalkisiyorsun? - Allah ordulari yaratti, ama O, kuslari d, yaratti. Allah bana kuslarin dilini ögretti. Her sey ayni bi taraf m- 116 dan yazilmistir, dedi delikanli, devecinin sözlerini animsa- yarak. Sonunda süvari kilicini geri çekti. Delikanli içinde bir rahatlama hissetti. Ama kaçamiyordu. - Kehânetlerine dikkat et. Bir sey yazilmissa, bundan kurtulmak olanaksizdir. - Ben sadece bir ordu gördüm, dedi delikanli. Bir sa- vasin sonucunu görmedim. Süvari, delikanlinin yanitindan hosnut kalmis gibiydi. Ama kilicini hâlâ elinde tutuyordu. - Bir yabana, yabanci bir ülkede ne yapiyor? diye sordu. - Kisisel Menkibe'mi ariyorum. Senin anlayabilece- gin bir sey degil. Süvari kilicini kinina soktu ve omzundaki sahin tuhaf bir çiglik atti. Delikanli sakinlesmeye basladi. - Cesaretini sinavdan geçirmem gerekiyordu, dedi sü- vari. Cesaret, Evrenin Dili'ni arayan bir kimse için en bü- yük erdemdir. Delikanli sasirmisti. Bu adam pek az insanin bildigi seylerden söz ediyordu. - Asla gevseklik göstermemeli, çok uzaklardan gelin- se bile, diye sürdürdü konusmasini. Çölü sevmek gerekir, ama hiçbir zaman ona tamamen bel baglamamali. Çünkü çöl insanlar için bir denektasidir: Hepsinin adimlarini his- seder ve dalga geçeni öldürür. Sözleri, yasli kralin sözlerini andiriyordu. - Savasçilar gelirse ve basin günes battiktan sonra hâ- lâ yerinde duruyorsa beni görmeye gel, dedi süvari. Biraz önce kilici tutan el bir kirbaci kavradi. At yeni- den sahlanarak bir toz bulutu kaldirdi. - Nerede oturuyorsunuz? diye haykirdi delikanli, sü- vari uzaklasirken. Kirbaçti el güney yönünü isaret etti. Delikanli böylece Simyaci ile tanismis oluyordu. 11 7 . ERTESI SABAH, AL-FAYOUM AGAÇ- HURMA larinin ortasinda Iki bin silâhli adam vardi. Daha günes ba- sucu noktasina yükselmeden, ufukta bes yüz savasçi gö- ründü. Süvariler Vaha'ya kuzeyden girdiler. Görünüste, sanki barisçi bir seferdi, ama silahlari beyaz maslaklarin al- tina gizlemislerdi. Ama Vaha'nm ortasinda bulunan bü- yük çadirin yanma gelince, palalarim ve tüfeklerini ortaya çikardilar. Ve bos çadira saldirdilar, Vaha'nm adamlari çöl süvarilerini çembere aldilar. Yarim saat içinde, ortaliga dört yüz doksan dokuz ceset dagilmisti. Çocuklar hurmaligin Öteki ucunda bulunuyor- lardi ve hiçbir sey görmediler. Kadinlar çadirlarinda koca- lari için dua ediyorlardi ve onlar da hiçbir sey görmediler. Ortaliga yayilmis cesetler olmasaydi, Vaha'nm gündelik olagan hayatini yasadigi söylenebilirdi. Yalnizca bir savasçiya dokunulmadi: Saldirganlar bir- liginin komutaniydi. Aksamleyin, kabile reislerinin huzu- runa çikartildi. Ona, Gelenegi neden çignedigini sordular. Adamlarinin aç ve susuz oldugunu, günlerce süren savas sonunda yorgun düstüklerini ve bu yüzden yeniden sava- sabilmek için bir vahayi ele geçirmeye karar verdiklerini söyledi. Vaha'nm bas reisi savasçilar için üzüldügünü, ancak kosullar ne olursa olsun Gelenege saygi göstermek gerekti- gini bildirdi. Çölde degisen tek sey vardir: Rüzgâr estigi zaman kumullar. Sonra, bas reis, düsman reisi onur kirici bir ölüme mahkûm etti. Boynu vurulmak ya da kursuna dizilmek yerine, kuru bir hurma gövdesine asildi adam. Cesedi çöl rüzgârinda sallanmaya birakildi. 118 Kabile reisi, yabanci genci toplanti yerine çagirdi ve ona elli altin lira verdi. Sonra bir kez daha Yusuf'un, Mi- sir'da basina gelenleri animsatti ve delikanlidan bundan böyle Vaha'nm Müsaviri olmasini istedi.1 1 Kabile Retti, Hravun'un Yvuuf1 a karji davranirini tekrarliyor. Bk. Tevrat, Tekvin, l: 37-45 (Çev.) 11 9 GÜNES TAMAMEN YILDIZLAR BATIP DA ILK çikmaya baslayinca (Dolunay oldugu için çok pirildami- yorlardi), delikanli güney yönünde yürümeye basladi. Ve o tarafta yalnizca bir tek çadir vardi; ve oradan geçmekte olan Araplarin söylediklerine bakilirsa, cinlerin istilasina ugramisti burasi. Ama delikanli orada oturup uzun süre bekledi. Ay iyice yükselince Simyaci göründü. Omzunda iki ölü atmaca vardi. - Ben buradayim, dedi delikanli. - Buraya gelmemeliydiniz, diye yanitladi Simyaci. Yoksa Kisisel Menkibe'niz mi buraya gelmenizi istedi? - Kabileler arasinda bir savas vardi. Çölü geçmek ola- naksizdi. Simyaci attan indi ve kendisiyle birlikt£ gelmesi için delikanliya isaret etti. Sataf atiyla peri masallarini çagristi- ran merkez çadirin disinda, Vaha'da gördügü Öteki çadirla- ra benzeyen bir çadirdi. Gözleriyle, simyacilik aletleri, simya ocaklari arastirdi, ama böyle bir sey göremedi. Yal- nizca birkaç kitap dizisi, bir yemek firini ve gizemli desen- lerle islenmis halilar vardi. - Sen otur, ben çay yapacagim, dedi Simyaci. Ve bu atmacalari birlikte yiyecegiz. Delikanli, bunlarin önceki gün görmüs oldugu atma- calar olup olmadigini düsündü, ama hiçbir sey söylemedi bu konuda. Simyaci ates yakti ve bir süre sonra çadira ne- fis bir et kokusu yayildi. Nargile kokusundan da hostu bu koku. - Beni neden görmek istiyordunuz? diye sordu deli- kanli. 120 - isaretler yüzünden, diye yanitladi Simyaci. Rüzgâr bana senin gelecegini söyledi. Ve yardima ihtiyacin olacak- mis. - Hayir, sözünü ettiginiz ben degilim. Öteki yaban- ci, ingiliz. Sizi o ariyordu. - Beni bulmadan önce baska seyler bulmasi gereke- cek onun. Ama simdi iyi yolda. Çöle bakmaya basladi. -Ya ben? - Bir sey istedigimiz zaman, düsümüzü gerçeklestir- memiz için bütün Evren isbirligi yapar, dedi Simyaci, yasli kralin sözlerini tekrarlayarak. Delikanli anladi. Demek ki, onu Kisisel Menkibe'sine götürmek için bir baskasi çikmisti yoluna. - Demek ki bana ögreteceksiniz? - Hayir. Bilinmesi gereken ne varsa biliyorsun artik. Ben sadece hazinene giden yolda sana kilavuzluk edece- gim. -Kabileler arasinda savas var, diye tekrarladi delikan- li. - Ama ben çölü taniyorum. - Ben hazinemi çoktan buldum. Bir devem var, billû- riye dükkânindan kazandigim para var, elli altin liram var. Ülkemde belki de zengin biri sayilabilirim. - Ama bunlar, Piramitlerin yaninda bulunanlarin karsisinda hiç kalir. - Fatima var. Kazandigim her seyden daha büyük bir hazine. - O da Piramitlerin yaninda degil. Atmacalari sessizce yediler. Simyaci bir sise açip ko- nugunun bardagina kirmizi renkli bir sivi köydü. Sarapti ve ömrü boyunca hiç içmedigi en güzel saraplardan biri. Ama sarabi Seriat yasaklamisti. - Kötülük, dedi Simyaci, insanin agzindw giren sey- de degildir. Kötülük oradan çikandadir. Içince, kendini tam anlamiyla iyi hissetmeye baslamis- ti delikanli. Ama Simyaci biraz korkutuyordu onu. Çadir- 12 1 dan disari çikip yildizlari sönüklestiren ayisigini seyretme- ye koyuldular. - Iç ve keyiflen biraz, dedi, delikanlinin giderek nese- lendigini saptayan Simyaci. Savasa gitmeden bir savasçi na- sil dinleniyorsa, sen de dinlen. Ama unutma ki yüregin ha- zinenin bulundugu yerdedir. Ve çiktigin yolda kesfettigin seyin bir anlami olmasi için hazineni mutlaka bulmak zo- rundasin. - Yarin, deveni satip bir at al. Haindir develer. En küçük bir yorgunluk belirtisi göstermeden binlerce fersah yol alirlar.' Ve sonra birden diz üstü çöküp ölürler. Oysa atlar yavas yavas yorulurlar. Ve sen onlardan neler isteye- bilecegini ve ne zaman öleceklerini bilirsin. * 122 ERTESI AKSAM SIMYACININ ÇADIRININ ÖNÜ- ne bir atla geldi delikanli. Bir süre sonra Simyaci göründü: O da ata binmisti, sol omzunda bir sahin vardi. - Çölde bana hayati göster, dedi Simyaci. Çölde ha- yatin bulundugu yeri bulabilen, çöldeki hazineleri de kes- fedebilir. Ay aydinliginda, çölün kumlarinda yola koyuldular. TBilmem kî çölde hayatin bulundugu yeri bulabilecek mi- yim?* diye düsündü delikanli. Henüz çölü tanimiyorum. Bu düsüncesini dönüp Simyaciya açmak istedi, ama ondan korkuyordu. Daha önce gökyüzünde atmacalari gördügü taslik bölgeye geldiler; simdi her seye sessizlik ve rüzgâr egemendi. - Çölde hayatin isaretlerini çözmeyi beceremiyo- rum, dedi genç adam. Onun var oldugunu biliyorum, ama onu bulmayi basaramiyor um. - Hayat hayati çeker, diye yanitladi Simyaci. Ve delikanli onun ne demek istedigini anladi. Bunun üzerine, hemen atinin dizginlerini saldi ve at, taslarin ve kumlarin arasinda kendi bildigince dörtnala ilerlemeye basladi. Simyaci, onu sessizce izliyordu; böylece delikanli- nin ati yarim saat yol aldi. Artik ikisi de Vaha'mn hurma agaçlarini göremiyorlardi, artik yalnizca su benzersiz ay aydinligi ve onun gümüs gibi parlattigi kayalar vardi. Bir- den simdiye kadar hiç gelmedigi bir yerde atinin yavasladi- gini hissetti delikanli. - Burada hayat var, dedi Simyaciya. Ben çölün dilini bilmiyorum, ama atim hayatin dilini biliyor. Atlarindan indiler. Simyaci hiçbir sey söylemedi. Ses- sizce ilerleyerek taslara bakmaya basladi. Birden durdu ve 17 3 büyük bir dikkatle egildi. Taslarin arasinda bir delik vardi yerde; Simyaci elini delige soktu, sonra omzuna kadar bü- tün kolunu. Deligin içinde bir sey kimildadi ve Simyaci- nin harcadigi çabaya taniklik eden gözleri (Delikanli yal- nizca gözlerini görüyordu onun) kisildi. Kolu, deligin için- de bulunan bir seyîe bogusuyor gibiydi. Ve birden deli- kanliyi korkutan bir hareketle, kolunu çekti Simyaci ve hemen ayaga kalkti. Elinde, kuyrugundan yakaladigi bir yilan vardi. Delikanli da siçradi, ama geriye dogru. Yilan çilginca debeleniyor, çikardigi sesler ve isligi çölün sessizliginde yankilaniyordu. Bir gözlüklü kobra yilaniydi bu ve zehiri bir insani birkaç dakika içinde öldürebilirdi. 'Zehire dikkat,' diye düsündü delikanli. Ama elini de- lige sokmus olan Simyaciyi çoktan isirmisti yilan. Buna karsin, yüzü son derece sakindi Simyacinin. "Simyaci iki yüz yasindadir," demisti Ingiliz. Çölün yilanlarina karsi' nasil davranmasi gerektigini biliyor olmaliydi. Delikanli, arkadasinin atinin yanina gittigini, hilal bi- çimli uzun kilicini aldigini, bununla yere bir daire çizdigi- ni ve sürüngenin birden donup kaldigini gördü. - Korkma, dedi Simyaci. Çizginin disina çikamaz. Çöldeki hayati kesfettin, benim için gerekli olan isaretti. - Bu neden bu kadar önemli? - Çünkü Piramitler çölün ortasmdadir. • Delikanli Piramitler konusunda hiçbir sey duymak is- temiyordu. Dün aksamdan bu yana, yüregi sikintili ve ke- derliydi. Hazineyi aramayi sürdürmek, aslinda Fatima'dan ayrilmak zorunda kalmak demekti. - Çölde sana kilavuzluk edecegim, dedi bu sirada Simyaci. - Ben Vaha'da kalmak istiyorum, dedi delikanli. Fa- tima ile karsilastim. Ve benim için hazineden daha degerli Fatima. - Fatima b'ir çöl kizidir. Erkeklerin geri dönmek üze- re gitmek zorunda olduklarini bilir. O çoktan buldu hazi- 124 nesini: Seni buldu. Simdi senin de kendi aradigin seyi bul- mani bekliyor. . - Peki kalmaya karar verirsem? - Vaha Müsaviri olacaksin. Epeyce koyun ve deve alacak kadar paran var. Fatima ile evleneceksin ve ilk yili mutlu yasayacaksiniz. Çünkü sevmeyi ögreneceksin ve elli bin hurma agacini tek tek taniyacaksin. Nasil gelistiklerini göreceksin ve sana dünyanin -durmadan degistigini göstere- cekler. Bir süre sonra, isaretleri giderek daha iyi yorumla- yacaksin, çünkü çöl hocalarin hocasidir. ikinci yil, bir hazine vardi, diye hatirlayacaksin. Isa- retler israrla ondan söz etmeye baslayacaklar ve sen bunla- ri görmezden ve duymazdan gelmeye çalisacaksin. Bilgile- rini yalnizca Vaha ve sakinlerinin iyiligi için kullanacak- sin. Reisler bundan dolayi sana minnet duyacaklar. Deve- ler sana para ve güç tasiyacaklar. Üçüncü yil, isaretler sana hazinenden ve Kisisel Men- kibe*nclen söz etmeyi sürdürecekler. Gece ve gündüz, Va- ha'da dolasip duracaksin ve Fatima, kendisi yüzünden yo- luna devam edemedigin Için kederli bir kadin olacak. Ama sen, onu sevmeyi sürdüreceksin ve o da seni sevecek. Onun, senden kalmani istemedigini hatirlayacaksin, çün- kü çöl kadini kocasinin dönüsünü beklemeyi bilir. Bu yüzden ona kizmayacaksin. Ama, belki de yoluna devam etmen, Fatima'ya olan askina daha çok güvenmen gerekti- gini düsünerek, çölün kumlarinda, hurma agaçlarinin ara- sinda durmadan yürüyeceksin. Çünkü Vaha'da kalma ne- denin, aslinda bir daha geri dönememek korkundur yal- nizca. Ve iste o zaman, isaretler sana hazinenin ebediyen topraga gömülü kaldigini söyleyecekler. Dördüncü yil, kendilerini dinlemedigin için isaretler yüz çevirecekler sana. Kabile reisleri bu durumu anlaya- caklar ve Müsavirlik görevinden azledileceksin. Deve sürü- leri ve mal-mülk sahibi zengin bir tüccar olacaksin o za- man. Ama bundan sonraki günlerini, Kisisel Menkibe'ni gerçeklestirmemis oldugunu ve bunu yapmak için vaktin 12 5 Çoktan geçtigini düsünerek hurmalikta ve çölde dolasip duracaksin. Askin, bir erkegin kendi Kisisel Menkibesinin pesin- den gitmesine engel olmadigini anlaman gerekiyor. Böyle bir §ey söz konusu oldugu zaman bil ki Evrenin Dili'ni konusan Ask degildir bu, yani gerçek Ask degildir. Simyaci kuma çizdigi çemberi sildi ve kobra hemen uzaklasip taslarin arasina girdi. Delikanli, her zaman Mekke'ye gitmek istemi; olan Billûriye Tüccari ile bir simyaci arayan Ingiliz'i düsünü- yordu. Çöle güvenen kadini düsünüyordu: Çöl, sevmek is- tedigi erkegi bir gün getirmisti ona. Atlarina bindiler. Bu kez, delikanli izliyordu Simyaci- yi. Rüzgâr, Vaha'ntn gürültülerini tasiyordu kulaklarina. Delikanli Fatima'nm sesini duymaya çalisiyordu. O gün savas yüzünden kuyuya gitmemisti. Ama geceleyin, bir çemberin içinde hareketsiz duran yilana bakarlarken, omzunda sahin tasiyan garip süvari asktan ve hazineden, çöl kadinlarindan ve Kisisel Menki- be'sinden söz etmisti. - Sizinle gidecegim, dedi delikanli. Ve birden içinde büyük bir huzur hissetti. - Yarin günesten önce yola çikacagiz. Simyacinin tek yaniti bu cümle oldu. 126 DELIKANLI O GECE UYUYAMADI DO& madan önce, çadirda kendisiyle birlikte kalan çocuklardan GÜNES birini uyandirdi ve ondan, Fatima'nin oturdugu yeri gös- termesini istedi. Birlikte çikip oraya gittiler. Delikanli, ço- cugun kilavuzluguna karsilik ona bir koyun almaya yete- cek para verdi. Sonra genç kizin uyudugu yeri bulmasini, onu uyan- dirmasini ve disarida kendiçini bekledigini söylemesini rica etti. Genç Arap kendisine sö0eneni yapti ve buna karsilik bir baska koyun satin almasina yetecek para aldi. - Simdi bizi yalniz birak, dedi çocuga. Vaha Müsavi- ri*ne yardim ettigi için gurur duyan ve koyun alacak para- si oldugu için de mutluluktan uçan çocuk, tekrar uyumak üzere çadirina döndü. Patima çadirin kapisinda göründü. Birlikte hurma agaçlarinin arasina yürüdüler. Delikanli yaptiklarinin Ge- lenege aykiri oldugunu biliyordu, ama simdi bunun hiçbir önemi yoktu. - Ben gidiyorum, dedi. Ve geri gelecegimi bilmeni is- tiyorum. Seni seviyorum, çünkü... - Hiçbir jey söyleme, diyerek sözünü kesti Fatima. Insan sevdigi için sever. Askin hiçbir gerekçesi yoktur. Ama, gene de yanitladi delikanli: - Seni seviyorum, çünkü bir düs gördüm, sonra bir krala rastladim, billûriye sattim, çölü geçtim, kabileler sa- vasa tutustular ve bir simyacinin oturdugu yeri ögrenmek için bir kuyunun yanma geldim. Seni seviyorum, çünkü bütün Evren sana ulasmam için isbirligi yapti. Kucaklastilar. Bedenleri ilk kez birbirine dokunuyor- du. 12 7 - Geri dönecegim, dedi bir kez daha delikanli. - Önceleri, çöle baktigim zaman içimde bir arzu du- yardim. Simdi içimde umut olacak. Babam bir gün gitti, ama daha sonra anneme geri döndü ve ne zaman gitse geri dönüyor. ' Bundan baska bir sey konusmadilar. Hurmalikta bi- raz yürüdüler. Delikanli genç kizi çadirinin kapisina kadar götürdü. - Baban, annene nasil dönüyorsa ben de geri dönece- gim, dedi ona. Fatima'nin gözlerine yas doldugunu fark etti. - Agliyor musun? - Ben bir çöl kadiniyim, diye yanitladi, yüzünün ifa- desini degistirerek. Ama her seyden önce bir kadinim ben. Fatima çadirina girdi. Kisa bir süre sonra günes doga- cakti. Günes dogunca, yillardir yapmaya alistigi seyleri yapmak için disari çikacakti, ama her sey degismisti. Deli- kanli Vaha'dan ayrilmisti ve Vaha'nm anlami daha düne kadar sahip oldugu anlam olmayacakti artik. Gezginlerin uzun bir yolculuktan sonra ulasinca mutlu olduklari, elli bîn hurma agaçli, üç yüz kuyulu vaha degildi artik burasi. Vaha, bugünden sonra bir bos mekân olacakti onun için. Bu günden sonra, çöl Vaha'dan daha çok önem kaza- nacakti. Hazinesini ararken delikanlinin kendisine hangi yildizi kilavuz seçtigini düsünerek ve çöle bakarak vakit geçirecekti. Delikanliya rüzgârla öpücükler gönderiyor ve rüzgârin, onun yüzüne dokunacagini ve ona kendisinin hayatta oldugunu, düslerin ve hazinelerin pesinde yoluna devam eden cesur bir erkegi bekleyen bir kadin gibi onu bekledigini ona söyleyecegini umuyordu. Bugünden sonra, çöl bir tek seyin simgesi olacakti: Onun dönüs umudunun. 128 "ARKADA BIRAKTIGIN SEYLERI DÜSÜNME," dedi Simyaci, atlariyla çölün kumlarinda ilerlerlerken. Her sey Evrenin Ruhu'na kazinmistir ve ebediyen orada kala- caktir. - insanlar gitmekten çok geri dönüsü hayal ediyor- lar, dedi, çölün sessizligine yeniden alismis olan delikanli. - Buldugun sey saf maddeden yapilmissa, hiçbir za- man çürümeyecektir. Ve oraya bir gün geri döneceksin. Bir yildiz patlamasi gibi bir anlik isiktan baska bir sey de- gilse, o zaman geri dönüsünde*hiijbir sey bulamayacaksin. Gene de en azindan bir isik pathtmasi görmüs olacaksin. Yalnizca bu bile yasamis olmanin zahmetine deger. Adam simya-diliyle konusuyordu. Ama yol arkadasi- nin Fatima'yi ima ettigini biliyordu delikanli. Insanin geride birakmis olduklarini düsünmemesi ola- naksizdi. Çöl, hemen hemen hiç degismeyen görünümüy- le, sürekli olarak düslerle besleniyordu. Hurma agaçlari, kuyular ve sevdigi kadinin yüzü, delikanlinin gözünün önünden gitmiyordu. Ingiliz ve laboratuvari, bir hoca olan, ama bunu bilmeyen deveci 'de gözünün önünden git- miyordu. *Belki de Simyaci 'hiç âsik olmamistir,' diye dü- sündü. Omzunda sahinle Simyaci Önden gidiyordu. Sahin, Çölün dilini tam anlamiyla biliyordu ve mola verdiklerin- de Simyacinin omzundan uçup yiyecek aramaya gidiyor- du. Ilk gün bir tavsan getirdi. Ertesi gün iki kus. Aksamlari yaygilarini yere seriyor, ama ates yakmi- yorlardi. Geceleri soguk olan hava, ay gökyüzünde küçül- dükçe daha karanlik oluyordu. Bir hafta boyunca sessizlik içinde ilerlediler; savasin içine düsmemek için alinmasi ge- Simyaci - 129/9 reken önlemler disinda hiçbir sey konusmuyorlardi. Kabi- leler arasindaki savas sürüyordu; kimi zaman"rüzgârin ge- tirdigi kanin yavan kokusunu 'duyuyorlardi. Demek ki ya- kinlarda bîr savas olmustu ve rüzgâr, gözlerinin göremedi- gi seyleri her zaman göstermeye hazir olan Isaretlerin Di- li'nin varligim delikanliya animsatiyordu. Yolculuklarinin yedinci gününün aksami, her zaman- kinden daha erken konaklamaya karar verdi Simyaci. Sa- hin av aramaya gitti. Simyaci kirbasini çikartip delikanliya su verdi, - Iste, kisa bir süre sonra yolculugun sona erecek, de- di. Kisisel Menkibe'nin izinden gittin: Kutlarim seni. -~ Ama bana hiçbir sey söylemeden kilavuzluk edi- yorsunuz. Bildiklerinizi bana ögreteceginizi saniyordum. Bir süre önce, elinde simya kitaplari olan biriyle birlikte çölde yolculuk yaptim. Ama hiçbir sey ögrenemedim. - Bir tek ögrenme yöntemi vardir, diye yanitladi Simyaci. Eylem yöntemi. Bilmen gereken her seyi sana solculuk ögretti. Ögrenmen gereken bir tek sey kaldi. Delikanli bunun ne oldugunu ögrenmek !>:tedi, ama tahinin dönüsünü gözetleyen Simyaci gözlerini ufuga dik- ;I. - Size neden Simyaci diyorlar? - Simyaciyim da ondan. - Peki altin arayip da bulmayi beceremeyen öteki simyacilar neden basaramiyorlar bu isi? - Altin aramakla yetiniyorlar. Menkibe'nin kendini yasamak istemeksizin, Kisisel Menkibelerinin hazinesini ariyorlar. - Bilmem gereken daha ne var? diye sordu delikanli. Ama gözlerini ufuktan ayirmiyordu Simyaci. Bir sûre sonra sahin bir avla döndü. Alevlerin isigmi kimsenin gör- memesi için bîr çukur kazip içinde ates yaktilar. - Bir simyaci oldugum için Simyaciyim ben, dedi, ye- meklerini hazirlarken. Bu bilimi atalarimdan ögrendim, ki onlar da kenefi atalarindan' ögrenmislerdi bunu. Ve dünya- 130 nm yaratilisindan bu yana bu böyledir. O siralar bütün Büyük Yapit bilimi küçük bir zümrütün üzerine yazilabi- lirdi. Ama insanlar basit seyleri önemsemediler ve kitap- lar, yorumlar ve felsefî incelemeler yazmaya basladilar. Üstelik en iyi yöntemi kendilerinin bildiklerini ileri sür- meye kalkistilar. - Zümrüt Levha'da ne yaziyordu? diye sordu deli- kanli. Simyaci bunun üzerine kuma birseyler çizmeye basla- di ve bu i§ bes dakikadan fazla sürmedi. Simyaci çizmeyi sürdürürken, delikanli yasli krali ve ona rastladigi alani animsiyordu; sanki aradan çok uzun yillar geçmis gibiydi. - Zümrüt Levha'nin üzerinde yazili olan iste buydu, dedi Simyaci, isini bitirdigi zaman. Delikanli yaklasip kumun üzerinde yazili olan söz- cükleri okudu. - Bir sifre bu, dedi, Zümrüt Levha yüzünden biraz hayal kirikligina ugramis olan delikanli. Sanki Ingiliz'in kitaplarinda da yaziyordu böyle bir sey. - Hayir, diye yanitladi Simyaci. Atmacalarin uçusu- na benzer bu: Yalnizca akilla anlasilmasi olanaksizdir. Zümrüt Levha dogrudan dogruya Evrenin Ruhu'na giden bir geçittir. - Bilgeler, dogal dünyanin Cennet'in bir görüntüsün- den ve bir surelinden baska bir sey olmadigini anladilar. Tek gerçek sudur ki, var olan bu dünya, bundan daha mü- kemmel bir dünyanin var oldugunun güvencesidir. Tanri bu dünyayi, insanlar, görülen nesneler araciligiyla manevi ögretileri ile bilgisinin mucizelerini arilayabilsinler diye ya- ratti. Ben buna Eylem diyorum. - Benim Zümrüt Levhayi anlamam gerekir mi? diye sordu delikanli. - Belki bir simya laboratuvannda olsaydin, simdi Zümrüt Levha'yi ögrenme yönteminin en iyisini incele- menin tam sirasiydi. Ama çöldesin simdi. Öyleyse en iyisi çölün içine dal. Dünyayi ve ayni zamanda yeryüzünde 13 1 olan herhangi bir seyi anlamana yardimci olur. Çölü anla- maya bile ihtiyacin yok: Bir tek kum tanesini seyretmen yeter; o zaman orada Evren'in bütün harikalarini görecek- sin. - Çölün içine dalmak için ne yapmaliyim? - Kendi yüregini dinle. Yüregin her seyi bilir, çünkü Evrenin Ruhu'ndan gelmektedir ve bir gün oraya geri dö- necektir. 132 SESSIZCE IKI GÜN DAHA YOL ALDILAR. SIM- yaci, en siddetli savaslarin oldugu yere yaklastiklari için çok daha dikkatli davraniyordu. Ve delikanli var gücüyle yüregini dinlemeye çalisiyordu. Bu yüregi dinlemek öyle kolay bir is degildi. Bir za- manlar hep yola çikmaya hazir tetikte beklerdi, ama gel gör ki simdi ne pahasina olursa olsun varmak istiyordu. Yüregi kimi zaman, içi özlem dolu öyküler anlatip duru- yordu uzun süre; kimi zaman da çölde, günesin dogusu karsisinda heyecanlaniyor ve delikanliyi gizli gizli aglati- yordu. Ona hazineden söz ettigi zaman hizli hizli çarpi- yor, ama delikanlinin gözleri çölün sonsuz ufkunda yittigi zaman da yavasliyordu. Ama delikanli Simyaci ile tek bir sözcük konusmasa da bu yürek hiç susmuyordu. - Yüregimizi neden dinlemeliyiz? diye sordu, mola verdikleri aksam. - Çünkü yüregin neredeyse hazinen de oradadir. - Yüregim sikintili, çalkantili, dedi delikanli. Düsler görüyor, heyecanlaniyor ve bir çöl kizina âsik. Bana bir yigin sey soruyor, çö' kizini düsündügüm zaman, geceler ve gündüzler boyu beni uykusuz birakiyor. - Ne âlâ! Demek kI yüregin canli. Onun söyledikleri- ni dinlemeye devam et. Bunu izleyen üç gün boyunca birçok savasçiyla karsi- lastilar, urukta da baska savasçilar gördüler. Delikanlinin yüregi korkudan söz etmeye basladi. Evrenin Ruhu'ndan duydugu öyküleri anlatiyordu delikanliya. Hazinelerini aramaya çikan, ama onlari hiçbir zaman bulamayan insan- larin öyküleriydi bunlar. Kimi zaman da, hazinesine hiç- bir zaman ulasamayacagi ya da çölde ölebilecegi düsünce- 13 3 siyle korkutuyordu delikanliyi. Ya da bazen, gönlünün sultanina rastladigi ve bir yigin altin lira kazanmis oldugu için, simdi hosnut oldugunu söylüyordu delikanliya. - Yüregim bir hain, dedi delikanli Simyaciya, atlarini biraz dinlendirmek için durduklarinda. Devam etmemi is- temiyor. - Ne âlâ, diye yanitladi Simyaci. Bu da yüreginin diri oldugunu gösteriyor. Simdiye kadar elde etmeyi basardi- gin seyleri bir düsle degis-tokus etmekten korkmasi kadar dogal ne var. - Öyleyse neden yüregimi dinlemek zorundayim? - Çünkü onu susturmayi hiçbir zaman basaramazsin. Hatta onu dinlemiyormus gibi yapsan da o gene oradadir, gögsündedir; hayat ve dünya hakkinda ne düsündügünü sana tekrarlamayi sürdürecektir. - Bir hain olsa da mi? - Ihanet, senin beklemedigin bir darbedir. Ama sen yüregini taniyacak olursan, sana baskin yapmayi hiçbir za- man basaramayacaktir. Çünkü onun düslerini ve arzulari- ni taniyacaksin ve onlari hesaba katacaksin. Hiç kimse kendi yüreginden kaçamaz. Bu nedenle en iyisi onun söy- lediklerini dinlemek. Böylece, kendisinden beklemedigin bir darbe indirmeyecektir kesinlikle sana. Delikanli, çölde yol alirlarken, yüregini dinlemeyi sürdürdü. Onun kurnazliklarini, onun hilelerini ögrendi ve sonunda onu oldugu gibi kabul etti. Bunun üzerine korkmayi birakti, geri dönme istegini geride birakti, çün- kü bir aksam yüregi, ona mutlu oldugunu söylemisti. "Bi- raz sikâyet edecek olursam," diyordu yüregi, "bu yalnizca benim bir insan yüregi olmamdandir ve insanlarin yürek- leri böyle olur. Ulasmaya lâyik olmadiklarini ya'da ulasa- mayacaklarini sandiklari için en büyük düslerini gerçekles- tirmekten korkarlar. Dirilmemek üzere sona ermis asklar, olaganüstü olabilecek, ama olamayan anlar, kesfedilmesi gereken, ama sonsuza dek kumlarin altinda kalan hazine- 134 ler daha aklimiza gelir gelmez bizler, yürekler hemen ölü- rüz. Çünkü böyle bir durumla karsilasinca ölümcül acilar çekeriz." - Yüregim aci çekmekten korkuyor, dedi bir gece Simyaciya, aysiz gökyüzüne bakarlarken. - Yüregine, aci korkusunun, acinin kendisinden de kötü bir §ey oldugunu söyle. Düslerinin pesinde oldugu sürece hiçbir yürek kesinlikle aci çekmez. Çünkü arastir- manin her âni, Tanri ve Sonsuzluk ile karsilasma ânidir. - Her arama âni bir karsilasma ânidir, dedi delikanli yüregine. Hazinemi aradigim sirada her gün piril pirildi, çünkü her saatin, onu bulma düsünün bir parçasi oldugu- nu biliyordum. Hazinemi ararken, yolumun üzerinde öy- lesine seyler kesfettim ki, bir çoban için olanaksiz seylere girismek cesaretim olmasaydi bunlara rastlamayi kesinlikle hayal bile edemezdim.. Bunun üzerine yüregi bütün bir ögle sonu yatisti. Ve geceleyin derin bir uykuya daldi. Delikanli uyaninca, yü- regi ona Evrenin Ruhu'nun islerini anlatmaya basladi. Her mutlu insanin, içinde Tanri'yi tasiyan insan oldugunu söy- ledi. Ve tipki daha önce Simyacinin da söyledigi gibi mut- lulugun, çölün küçük bir kum tanesinde bulunabilecegini söyledi. Çünkü bir kum tanesi Yaratilis'in bir ânidir ve Evren, onu yaratmak için milyonlarca, milyonlarca yil ug- rasmistir. "Yeryüzünde her insanin kendisini bekleyen bir hazi- nesi vardir," dedi yüregi delikanliya. "Biz yürekler, insan- lar artik bu hazineleri bulmak istemedikleri için bunlardan pek ender söz ederiz. Onlari küçük çocuklara anlatiriz. Sonra herkesi, kendi yazgisinin yoluna göndermek isini hayata birakiriz. Ne yazik ki, kendisine çizilmis olan yolu pek az insan izliyor; oysa bu yol Kisisel Menkibe'nIn ve mutlulugun yoludur. Insanlarin çogu dünyayi korkutucu bir sey olarak görüyorlar ve yalnizca bu nedenden dolayi da dünya gerçekten korkutucu bir sey oluyor. O zaman 13 5 biz yürekler, giderek daha alçak sesle konusmaya basliyo- ruz, ama asla susmuyoruz. Ve sözlerimizin duyulmamasi için dilekte bulunuyoruz: Kendilerine çizmis oldugumuz yolu izlemedikleri için insanlarin aci çekmelerini istemiyo- ruz." - Peki yürekler, insanlara düslerinin pesinden gitmek zorunda olduklarini neden söylemiyorlar? diye sordu deli- kanli, Simyaciya. - Çünkü bu durumda en çok yürek aci çeker. Ve yü- rekler aci çekmekten hoslanmazlar. Delikanli o gün yüregini dinledi. Ondan, kendisini as- la terk etmemesini istedi. Ondan, düslerinden uzaklasacak olursa gögsünde sikismasini ve kendisini uyarmasini, uyari isareti vermesini istedi. Ve bu isareti ne zaman duyarsa ona dikkat edecegine yemin etti. Delikanli o gece bu konularin hepsini Simyaci ile ko- nustu. Ve Simyaci, delikanlinin yüreginin Evrenin Ru- hu'na ger\ dönmüs oldugunu anladi. - Simdi ne yapmaliyim? diye sordu delikanli. - Piramitler yönünde yürümeye devam et, dedi Sim- yaci. Ve isaretlere dikkat et. Yüregin artik sana hazineyi gösterebilecek durumda. - Yoksa benim henüz bilmedigim bu mu? - Hayir. Senin henüz bilmedigin sudur, dedi Simya- ci: Evrenin Ruhu, bir düsü gerçeklestirmeden önce yol boyunca ögrenilen her seye deger biçer. Bize karsi kötü duygular besledigi için böyle davranmamaktadir: Düsümü- zü gerçeklestirmemizin yanisira, ona dogru ilerlerken aldi- gimiz dersleri de Iyice ögrenmemizi istemektedir. Ama in- sanlarin çogunlugu iste bu anda vazgeçerler. Çölün dilinde biz bu durumu söyle tanimlamaktayiz: Vaha'nin palmiye- leri ufakta görünmüsken susuzluktan ölmek. Arastirma her zaman acemi talihj ile baslar. Ve her za- man Fatihin Sinavi ile sona erer. 136 Delikanli ülkesinde söylenen eski bir atasözünü anim- sadi: 'En karanlik an, safak sökmeden önceki andir.' 13 7 ILK SOMUT TEHLIKE ISARETI ERTESI GÜN görüldü. Üç savasçi gelip iki yolcuya buralarda ne aradik larini sorduJar. - Ben sahinimle avlanmaya geldim, dedi Simyaci. - Sizi aramamiz gerek, bakalim silahiniz var mi? diy konustu savasçilardan biri. Simyaci atindan agir agir indi. Arkadasi da onun gib yapti. - Neden yadinizda bu kadar para var? diye sordu, de- likanlinin para kesesini gören savasçi. - Misir'a gitmek için," diye yanitladi delikanli. Simyaciyi arayan savasçi siviyla dolu bir kristal sise vt tavuk yumurtasindan biraz daha büyük, sari renkli cam dan bir yumurta buldu. - Bu ne? diye sordu savasçi. - Felsefe Tasi ile Ebedî Hayat Iksiri. Simyacilarin Bu yük Yapiti. Bu iksirden içen kimse kesinlikle hasta olma2 ve bu tasin küçük bir parçasi herhangi bîr madeni altina çevirir. Üç savasçi kahkahayla güldüler, Simyaci da onlarla birlikte güldü. Yaniti çok eglenceli bulmuslardi. Bunun üzerine, iki yolcuya, esyalariyla birlikte gitmeleri için faz- la güçlük çikarmadilar. - Deli misiniz siz? diye sordu delikanli-biraz uzakla- sinca. Onu neden böyle yanitladiniz? - Sana hayatin çok basit bir yasasini göstermek için: Gözümüzün önünde büyük hazineler oldugu zaman asla göremeyiz onlari. Peki, neden bilir misin? Çünkü insanlar hazineye inanmazlar. e 138 Çölde yolculuklarina devam ettiler. Günler geçtikçe giderek sessizi esiyordu delikanlinin yüregi: Geçmis ya da gelecegin olaylariyla ilgilenmiyordu artik, o da çölü seyret- mekle ve delikanliyla birlikte Evrenin Ruhu'nu içmekle yetiniyordu. Yüregi ile delikanli, artik birbirlerine ihanet edemeyecek iki büyük dost oldular. Yürek, bazen, uzun sessizlik saatleri sonunda müthis yorgun düsen delikanliyi ferahlatmak, yüreklendirmek amaciyla konusuyordu. Yürek, ilkin onun büyük nitelik- lerinden söz etti: Koyunlarindan ayrilmak için gereken ce- saretinden, kendi Kisisel Menkibe'sini yasamasindan ve billûriye dükkâninda çalisirken kanitladigi coskusundan. Delikanlinin henüz fark elmedigi bîr baska seyden de söz etti: Hiç farkina varmadan kurtuldugu tehlikelerden. Birinde, babasinin tabancasini çalarak saklamisti. Ama kuskusuz, kendi kendini yaralayabilirdi. Delikanliya kirin ortasinda hasta oldugu günü animsatti: Delikanli, kusmus, ardindan epeyce uyumustu. Oysa, bu sirada onu öldürüp koyunlarini çalmayi tasarlayan iki haydut biraz ileride bekliyordu onu. Ama genç çobanin gelmedigini görünce, onun yolunu degistirdigini sanip oradan ayrilmislardi. - Yürekler her zaman insanlara yardim ederler mi? diye sordu Simyaciya. - Yalnizca kendi Kisisel Menkibe'lerini yasayanlara yardim ederler. Ama çocuklara, sarhoslara ve ihtiyarlara da çok yardim ederler. - Bu öyleyse tehlike olmadigi anlamina mi geliyor? - Bu yalnizca yüreklerin ellerinden geleni yaptiklari anlamina geliyor, dîye yanitladi Simyaci. Bir aksam savasan kabilelerden birinin ordugâhindan geçtiler. Her yanda silahlarini kullanmaya hazir, görkemli beyaz giysiler giymis Araplar vardi. Adamlar nargile içi- yor ve savaslari anlatarak gevezelik ediyorlardi. Iki yolcu- ya hiç kimse dikkat etmedi. - HIçbir tehlike yok, dedi delikanli, biraz uzaklastik- lari zaman. 13 9 Simyaci öfkelendi. - Yüregine güven, dedi, ama çölde bulundugunu da unutma. Insanlar savasirken, Evrenin Ruhu da savas çiglik- larini duyar. Gökyüzünün altinda olanlarin sonuçlarindan hiç kimse kurtulamaz. "Her sey bir ve tek seydir,* diye düsündü delikanli. Ve çöl sanki Simyacinin hakli oldugunu kanitlamak istermis gibi, yolcularin arkasinda birden iki adi göründü. - Daha ileriye gidemezsiniz, dedi biri. Su anda savas bölgesinde bulunuyorsunuz. - Çok uzaga gitmiyorum, dedi Simyaci, atlilarin göz- lerinin içine bakarak. Atlilar bir süre hiçbir sey söylemediler, sonra yolcula- rin yollarina gitmelerine izin verdiler. Delikanli olanlari hayranlik içinde seyretmisti. - Adamlara bakisinizla boyun egdirdiniz, dedi. - Gözler ruhun gücünü gösterirler, diye yanitladi Simyaci. 'Dogru,* diye düsündü delikanli. Ordugâhta, askerle- rin arasinda bulunan bir adamin, gözlerini Simyaci ile ken- disinin üzerine dikmis oldugunun farkina varmisti. Çok uzakta oldugu için yüzü pek seci içmiyordu. Ama bu ada- min kendilerini gözetledigi de kesindi. Sonunda ufuk boyunca uzanan bir siradagi asmaya ça- lisirlarken, Simyaci, Piramitlere iki günlük yol kaldigini söyledi. - Kisa bir süre sonra ayrilmak zorunda kalacaksak, bana simya ögretin, dedi delikanli. - Artik bilinmesi gereken her seyi biliyorsun. Geriye sadece Evrenin Ruhu'na nüfuz etmek ve her birimize ay- rilmis olan hazineyi kesfetmek kaliyor. - Benim bilmek istedigim bu degil. Kursunu altina dönüstürmekten söz ediyorum ben. Simyaci, çölün sessizligine saygi gösterdi ve ancak ye- mek yemek için durduklarinda konustu. 140 - Evrende her sey evrim geçirir. Ve bilenler için, en çok evrim geçirmis madendir altin. Bana niçin oldugunu sorma, bilmiyorum. Yalnizca sunu biliyorum: Gelenegin ögrettikleri her zaman dogrudur. Ama insanlar bilgelerin sözlerini dogru olarak yorumlayamadilar. Ve altin evrimin simgesi olacagina savaslarin isareti oldu. - Nesneler birçok dil konusurlar, dedi delikanli. De- venin bozlamasinin önce yalnizca deve bozlamasi oldugu- nu gördüm, sonra tehlike isaretine dönüstügünü ve daha sonra da tekrar bozlama oldugunu gördüm. Ama sustu delikanli. Simyaci bunlarin hepsini biliyor olmaliydi. - Gerçek simyacilar tanidim, diye konusmaya basladi Simyaci. Laboratuvarlarma kapanip altin gibi evrimlenme- ye çalisiyorlardi; Felsefe Tasi'ni kesfettiler. Çünkü bir sey evrim geçirdiginde, çevrede bulunan her seyin evrim geçir- digini anlamislardi. Baskalari Tas'i rastlantiyla buldular. Bunlarin yetenekleri vardi, ruhlari öteki insanlarin ruhla- rindan daha uyanikti. Bunlar pek azdir, hesaba katmak ge- rekmez. Son olarak kimileri de yalnizca altin ararlar; bun- lar sirri hiçbir zaman bulamadilar. Kursunun, bakirin, de- mirin de gerçeklestirilecek kendi Kisisel Menkibe'leri ol- dugunu unutmuslardir. Baskasinin Kisisel Menkibe'sine burnunu sokan kimse kendi Kisisel Menkibe'sIni kesinlik- le kesfedemez, Simyacinin sözleri bir beddua gibi yankilandi. Egilip bir kavki aldi çölden. - Burasi eskiden denizdi, dedi. - Bunu anlamistim, diye karsilik verdi delikanli. Simyaci bir kavki alip kulagina dayamasini istedi on- dan. Bunu çocukken birçok kez denemisti. Kavkiyi kula- gina dayayinca deniz sesi duydu. - Deniz her zaman bu kavkinin içindedir, çünkü bu, onun Kisisel Menkibe'sidir. Ve çöl tekrar dalgalarla kucak- lasincaya kadar da onu asla terk etmeyecektir. 14 1 Daha sonra atlarina bindiler ve Misir Piramitleri yö- nünde yola koyuldular. Delikanlinin yüregi tehlike isareti verdigi sirada günes batmaya baslamisti. Çevrelerinde yüksek kumullar vardi ve delikanli Simyaciya bakti; ama Simyaci, besbelli hiçbir sey fark etmemisti. Bes dakika sonra tam karsilarinda ka- raltilari tanyerine düsen iki atli gördü. Delikanli daha agzi- ni açip Simyaciya bir sey söylemeden iki atli, önce on, sonra yüz atli oldu, en sonunda da bütün kumullar atlilar- la doldu. Savasçilar mavi giyinmislerdi, türbanlarinin çevresin- de üçlü bir halka vardi. Yüzlerinde mavi renkli peçeler vardi ve yalnizca gözleri görünüyordu. Bu mesafeden bile gözleri ruh güçlerini yansitiyordu. Ve bu gözler ölümden söz ediyorlardi. 142 IKI YOLCUYU, BIR YAKINLARDA BULUNAN ordugâha götürdüler. Bir asker, Simyaci ile arkadasini Va- ha'daki çadirlara pek benzemeyen bir çadira soktu. Çadir- da kurmaylariyla birlikte bir komutan vardi. - Bunlar casus, dedi adamlardan biri. - Biz yolcuyuz, dedi Simyaci. - Sizi üç gün Önce düsman ordugâhinda gördük. Ve muhariplerden biriyle konustunuz. - Ben çölde gezen ve yildizlari taniyan bir gezginim, dedi Simyaci. Birlikler ya da kabilelerin harekâti hakkinda hiçbir bilgim yoktur. Yalnizca arkadasima buraya kadar kilavuzluk ettim. - Arkadasin kim? diye sordu reis. - Bir simyaci, dedi Simyaci. Doganin güçlerini bilir. Ve siz komutana, kendi olaganüstü güçlerini göstermek Is- temektedir." - Bir yabanci ne yapiyor yabanci toprakta? diye sor- du adamlardan biri. - Kabilenize takdime olarak para getirdim, diye ara- ya girdi Simyaci, delikanlinin agzini açmasina firsat birak- madan. Ve delikanlinin kesesini alarak altin liralari reise ver- di. Reis hiçbir sey söylemeden aldi paralan. Çok sayida si- lah almaya yetecek yüklü bîr paraydi bu. - Bir simyaci nedir? diye sordu sonunda Arap. - Dagayi ve dünyayi bilen bir insandir. Cani istesey- di yalnizca rüzgârin gücünü kullanarak ordugâhi yerle bir edebilirdi. Adamlar güldüler. Savasta gördükleri siddete aliskin- dilar ve rüzgârin öldürücü darbe indiremeyecegmi biliyor- 14 3 lardi. Bununla birlikte hepsi de yüreklerinin gögüslerinde sikistigini hissettiler. Çöl insanlariydi bunlar ve büyücü- lerden korkarlardi. - Böyle bir sey görmek isterdim, dedi reis. - Bize üç gün gerek, dedi Simyaci. Sahip oldugu gü- cün etkisini göstermek için kendisi rüzgâr olacak. Bunu basaramayacak olursa, kabilenizin onuruna alçakgönüllü hayatlarimizi sunacagiz. - Bana ait olan bir seyi bana sunamazsin, diye bildir- di sef öfkeyle. -> Ama yolculara üç günlük süreyi verdi. Dehsete düsen delikanli, yerinden kimildayacak du- rumda degildi. Simyaci onun çadirdan çikmasina yardim etmek için kolundan tutmak zorunda kaldi.* - Onlara korktugunu gösterme, dedi ona. Bunlar yü- rekli insanlar, korkaklari küçük görürler. Delikanli konusma yetenegini yitirmisti. Sesine, an- cak bir süre sonra ordugâhta yürürlerken kavustu. Bir ye- re kapatilmalarinin yarari yoktu: Araplar yalnizca^atlanni almislardi. Böylece Evren bir kez daha sayisiz dillerini açikladi: Simdiye kadar özgür ve sinirsiz bir mekân olan çöl, artik asilmasi olanaksiz bir surdu. - Onlara bütün hazinemi verdiniz! dedi delikanli. Ömür boyu kazandigim her seyi. - Ama ölecek olsaydin ne isine yarayacakti hazinen? En azindan üç'günlügüne hayatini kurtardi. Paranin ölü- mü geciktirdigi öyle sik görülmez. Ama delikanli hikmet sözlerini anlamayacak kadar korkmustu. Rüzgâra nasil dönüsebilecegini bilmiyordu. Simyaci degildi kendisi. Simyaci bir savasçidan çay istedi; delikanlinin bilekle- rine biraz çay döktü. Simyaci anlayamadigi birseyler söy- lerken, delikanlinin içine bir dinginlik dalgasi yayildi. 144 - Umutsuzluga teslim olma, dedi Simyaci alabildigi- ne tuhaf, yumusak bir sesle. Yoksa, yüreginle konusmana engel olur. - Ama nasil rüzgâra dönüsebilirim bilmiyorum. - KendI Kisisel Menkibe'sini yasayan kimse neye ih- tiyaci varsa hepsini bilir. Bir düsün gerçeklesmesini bir tek sey olanaksiz kilar: Basarisizliga ugrama korkusu. - Basarisizliga ugramaktan korkmuyorum. Yalnizca rüzgâra nasil dönüsebilecegimi bilmiyorum. - Öyleyse ögrenmen gerekecek. Hayatin buna bagli. - Ama ya basaramayacak olursam? - Kisisel Menkibe'ni yasamis oldugun için öleceksin. Bir Kisisel Menkibe'nin ne oldugundan habersiz, bunun ne oldugunu asla ögrenemeyecek olan milyonlarca insan gibi ölmekten evladir bu. Ama korkma. Genellikle ölüm insam hayata karsi daha dikkatli olmaya zorlar. Birinci gün geçti. Yakinlarda bir yerde büyük bir sa- vas oldu, ordugâha birçok yarali getirdiler. *Ölüm hiçbir seyi degistirmiyor,* diye düsündü delikanli. Ölen savasçila- rin yerini baskalari aliyor ve hayat devam ediyordu. - Daha sonra da ölebilirdin, dostum, dedi bir muha- rip, silah arkadaslarindan birinin cesedinin yaninda. Baris zamaninda da ölebilirdin. Ama eninde sonunda, su ya da bu sekilde nasil olsa ölecektin. * Aksama dogru Simyaciyi bulmaya gitti delikanli. Sim- vaci, sahiniyle birlikte çöle gidiyordu. - Rüzgâra dönüsmeyi bilmiyorum, diye tekrarladi bir kez daha. - Sana söylemis oldugum seyi hatirla: Dünya, Tan- ri'nm yalriizca görünen parçasidir. Simya da tinsel yetkin- ligi maddi alana yönlendirir yalnizca. - Ne yapiyorsunuz? - Sahinimi besliyorum. - Rüzgâra dönüsmeyi basaramazsam ölecegiz, dedi delikanli. O zaman sahini beslemek neye yarar? 145/1 0 - Sen öleceksin, diye yanitladi Simyaci. Ben, rüzgâra dönüsmeyi biliyorum. ikinci gün, ordugâhin yakinlarinda bulunan bir kaya- nin tepesine tirmandi delikanli. Nöbetçiler engel olmadi- lar; rüzgâra dönüsecek bîr büyücüden söz edildigini duy- muslardi ve ona yaklasmak, istemiyorlardi. Üstelik asilmaz bir sur gibiydi çöl. Delikanli ikinci gün, bütün ögle sonu boyunca çöle bakti. Yüregini dinledi. Ve çöl de delikanliyi saran korku- yu dinledi. IkIsi de ayni dili konusuyorlardi. Üçüncü gün yüce reis, yüksek rütbeli subaylarim ya- nma çagirdi. - Rüzgâra dönüsecek olan su çocuga gidip bakalim, dedi Simyaciya. - Gidelim, diye yanitladi Simyaci. Delikanli bir gün önce gelmis oldugu yere götürdü hepsini. Sonra hepsinin oturmasini istedi. - Biraz vakit alacak, dedi. - Bizim acelemiz yok, dedi yüce reis. Bizler çöl in- sanlariyiz. Delikanli gözlerini ufka dikip bakmaya basladi. Uzak- ta daglar, kumullar, kayaliklar; hayatta kalmanin olanak- siz oldugu bu yörede yasamakta direnen bitkiler vardi. Dört bir yani çöldü: Aylar boyu üzerinde yürüdügü, ama ancak küçük bir bölümünü tanidigi çöl. Bu küçük parça- da, Ingilizlere, kervanlara, kabile savaslarina ve elli bin hurma agaçlik ve üç yüz kuyuluk bir Vaha'ya rastlamisti. - Ne istiyorsun bugün benden? diye sordu çöl. Birbi- rimizi dün yeterince seyretmedik mi? - Bir yörende sevdigim kadin yasiyor. Bu yüzden en- gin kumlarina baktigim zaman onu seyretmis oluyorum. 146 Onun yanma geri dönmek istiyorum ve rüzgâra dönüs- mek için senin yardimina gereksinimim var. - Ask nedir? diye sordu çöl. - Ask, sahinin senin kumlarinin üstünde uçtugu za- manki seydir. Çünkü sen, onun için yesermis bir kirsin ve hiçbir zaman avsiz dönmedi senden. Senin kayalarim, ku- mullarini, daglarini biliyor ve ona karsi cömertsin sen... - Sahinin gagasi parçalarimi kopartir, dedi çöl. Avi yillar boyunca beslerim, sahip oldugum pek az suyla su- suzlugunu gideririm, ona yiyeceklerin yerini gösteririm; vetbir gün tam avin oksamalarini kumlarimda hissedece- gim sirada sahin gökyüzünden iner. - Ama sen de kesinlikle bu son için besleyip büyü- türsün avi, diye yanitladi delikanli: Sahini beslemek için. Ve sahin de insani besleyecektir. Ve insan da bir gün senin kumlarini besleyecektir ve oradan yeni bir av dogacaktir. Böyledir dünyanin düzeni. - Ask bu mudur? - Evet, budur. Avi sahine, sahini insana ve insani ye- niden çöle dönüstüren seydir ask. Kursunu altina dönüstü- ren ve altini da topragin altina gizleyen seydir. - Söylediklerini anlamiyorum, dedi çöl. - Öyleyse hiç olmazsa kumlarinin ortasinda bir yer- de bir kadinin beni bekledigini anla. Ve onun bekleyisine karsilik olarak rüzgâra dönüsmek zorundayim. Çöl bir süre sessiz kaldi. - Rüzgârin esebilmesi için kumlarimi sana veriyo- rum. Ama ben tek basima bir sey yapamam. Rüzgârin da yardimini iste. Hafif bir esinti esmeye basladi. Kabile,reislfri, kendi- lerinin bilmedigi bir dil konusan delikanliya uzaktan baki- yorlardi. Simyaci gülümsüyordu. 14 7 Rüzgâr, delikanlinin yanina gelip onun yanagini oksa- di. Delikanlinin, çölle yaptigi konusmayi duymustu, çün- kü rüzgârlar her zaman her seyi bilirler. Dünyayi dolasip dururlar, ama ne dogum, ne de ölüm yerleri vardir. - Bana yardim et, dedi delikanli. Bir gün sevgilimin sesini duydum sende. - Çölün ve rüzgârin diliyle konusmayi kim ögretti sana? - Yüregim, diye yanitladi delikanli. Rüzgârin birçok adi vardi. Buradaki adi kesisleme idi ve Araplar onun kara derili insanlarin yasadigi suyu bol topraklardan geldigine inaniyorlardi. Delikanlinin geldigi uzak ülkedeki adi gündogusu idi, çünkü insanlar onun çö- lün kumlarini ve MagrIplilerin savas naralarini getirdigine inaniyorlardi. Belki de baska yerlerde, koyunlarin otladigi kirlardan uzaklarda, insanlar rüzgârin Endülüs'ten estigine inaniyorlardi. Ama rüzgâr hiçbir yerden gelmiyor ve hiç- bir yere gitmiyordu ve iste bu yüzden de çöl kadar güçlüy- dü. Bir gün çöle agaç dikilebilir, dahasi çölde koyun besle- nebilirdi, ama rüzgâra egemen olmanin kesinlikle olanagi yoktu. - Sen rüzgâr olamazsin, dedi delikanliya. Nitelikleri- miz farkli. - Dogru degil. Seninle birlikte dünyayi dolasirken simyayi ögrendim. Rüzgârlar, çöller, okyanuslar, yildizlar var bende, tvren'de yaratilmis ne varsa hepsi bende var. Hepimizi ayni El yapti ve hepimiz ayni Ruha sahibiz. Se- nin gibi olmak istiyorum, her seye nüfuz etmek, denizleri asmak, hazinemi örten kumlari kaldirmak ve sevgilimin sesini yanima getirtmek istiyorum. - Simyaci ile yaptigin konusmayi duydum geçen gün. Her seyin kendi Kisisel Menkibe'si oldugunu "söylü- yordu. Insanlar rüzgâra dönülemezler. 148 - Bana bir süre için rüzgâr olmayi Ögret, diye rica et- ti delikanli. Insanlar ile rüzgârlarin sinirsiz olanaklarini birlikte konusabilelim. Rüzgâr merakliydi ve bu da bilmedigi bir seydi. Bu konuda söylesmek isterdi, ama bir insani rüzgâra nasil dö- nüstürebilecegini bilmiyordu. Ama gene de bir yigin sey biliyordu. Çöller olusturabiliyor, gemileri batiriyor, or- manlari yerle bir ediyor ve türlü türlü müziklerle, tuhaf gürültülerle yankilanan kentlerde dolasiyordu. Becerisinin sinirsiz olduguna inaniyordu. Ve iste karsisina bir genç çikmis, kendisinin baska seyler de yapabilecegini kanitla- mak istiyordu. - Buna Ask adi verilir, dedi delikanli, rüzgârin, istegi- ni yerine getirmeyi kabul etmek üzere oldugunu görünce. Sevdigimiz zaman Evren*in bir parçasi oluruz. Sevdigimiz zaman olanlari anlamaya gereksinimimiz yoktur, çünkü o zaman olanlar bizim içimizde olur ve insanlar rüzgâra dö- nüsebilirler. Kuskusuz, rüzgârlarin onlara yardim etmesi kosuluyla. Rüzgâr çok gururluydu. Delikanlinin söyledikleri onu kiskirtti. Çölün kumlarini savurarak alabildigine hizla esmeye basladi. Ama bütün dünyayi dolasmis olmasina karsin, insani rüzgâra dönüstürmeyi hâlâ beceremedigini sonunda kabul etmek zorunda kalmisti. Ve Ask'in ne ol- dugunu bilmiyordu. - Dünyada yaptigim geziler sirasinda birçok insanin gökyüzüne bakarak asktan söz ettiklerini fark ettim, dedi rüzgâr; sinirlari oldugunu kabul etmek zorunda kaldigi için öfkeliydi. Belki de en iyisi göge sormakti. - Öyleyse, bana yardim et, diye rica etti delikanli. Kör olmadan günese bakabilmem için ortaligi tozla sar. Bunun üzerine rüzgâr daha güçlü esmeye basladi ve gökyüzü kumla kaplandi: Günesin yerinde altin bir kurs vardi yalnizca. 14 9 Ordugâhta, ne olup bittigini anlamak güçlesiyordu. Çöl insanlari, samyeli adi verilen ve denizdeki firtinadw daha berbat bir sey olan bu rüzgâri çok iyi taniyorlardi, ama onlar denizi bilmiyorlardi. Atlar kisniyor ve silahlar kumlarin altinda kalmaya basliyordu. Kayalikta, subaylardan biri yüce reise dönüp konustu: - Bu kadarla yetinmek belki de daha iyi. Delikanliyi simdiden görmekte güçlük çekiyorlardi. Yüzleri mavî peçeyle tamamen örtülüydü ve gözlerinde yalnizca korku ifâdesi vardi. - Bu ise son verelim, diye üsteledi bir subay. - Allah'in büyüklügünü görmek istiyorum, dedi reis, sesinde saygi vardi. Insanin, rüzgâra dönüsmesini görmek istiyorum. Ama bu iki korkagin adlarini kafasina yazdi. Rüzgâr kesilir kesilmez komutanlik görevlerinden alacakti onlari. Çünkü çöl insanlari korku nedir bilmezlerdi. - Rüzgâr, bana senin Ask'i tanidigini söyledi, dedi delikanli günese. Ask'i biliyorsan, Evrenin Ruhu'nu da bi- liyorsundur, çünkü o da Ask'tan yapilmistir. - Bulundugum yerden, diye yanitladi günes, Evrenin Ruhu'nu görebiliyorum. Benim ruhumla iletisim halinde- dir ve ikimiz, birlikte, bitkileri büyütüp gölge arayan ko- yunlari yürütürüz. Bulundugum yerden (ve dünyadan çok uzaktayim), sevmeyi ögrendim. Dünyaya biraz daha yak- lasacak olsam, üzerinde bulunan her seyin yok olacagim ve Evrenin Ruhu'nun yok olacagini biliyorum. Bu neden- le karsilikli bakismakla yetiniyoruz ve birbirimizi seviyo- ruz: Ben ona hayat ve isi veriyorum, o da bana yasama ne- deni veriyor. - Ask'in ne oldugunu J>iliyörsün, diye tekrarladi deli- kanli. - Ve Evrenin Ruhu'nu taniyorum, çünkü Evren'deki sonsuz yolculugumuzda uzun uzun konustuk onunla. En büyük sorununun, simdiye kadar yalnizca madenlerin ve 150 bitkilerin, her seyin bir ve tek sey oldugunu anlamis olma- lari oldugunu söyledi. Ve bununla birlikte demirin bakira benzer olmasi, bakirin altina benzemesi gerekli degil. Her sey bu biricik seyin içinde kendi gerçek görevini yerine ge- tirmektedir ve her seyi yazan El, besinci gün durmus ol- saydi her sey bir Baris Uyumu olarak kalacakti.1 - Ama altinci gün vardi. - Sen bir bilginsin, çünkü her seyi belli bir uzaklik- tan görüyorsun, dedi delikanli. Âmâ Ask*i tanimiyorsun. Altinci gün olmasaydi insan yaratilmayacakti; bakir hep bakir olarak ve kursun hep kursun olarak kalacakti. Her- kesin kendi Kisisel Menkibe'si kendine, çok dogru, ama bu Kisisel Menkibe bir gün gerçeklesecek. Öyleyse daha iyi bir seye.dönüsmek ve Evrenin Ruhu gerçekten bir ve tek sey oluncaya kadar yeni bir Kisisel Menkibe'ye sahip olmak gerekmektedir. Günes düsünceye daldi ve daha çok parlamaya basla- di. Bu görüsmeyi degerlendiren rüzgâr da günesin delikan- liyi kör etmemesi için daha güçlü esmeye basladi. - Bunun için simya var, dedi delikanli. Her insanin kendi hazinesini arayip bulmasi ve daha sonra, daha önce- ki hayatinda oldugundan daha yetkin olmayi istemesi için. Kursun, dünyanin artik kursuna gereksinimi kaimayinca- ya kadar görevini yerine getirecek; o zaman altina dönüs- mesi gerekecek. - Simyacilar bu dönüsümü gerçeklestirmeyi basari- yorlar. Oldugumuzdan daha yetkin bir varlik olmaya ça- listigimiz zaman, çevremizdeki her seyin daha Iyi oldugu- nu gösteriyorlar bize. - Peki, benim Ask'i tanimadigimi niçin söylüyorsun? diye sordu günes. - Çünkü Ask, ne çöl gibi devinimsiz durmaktan, ne rüzgâr gibi dünyayi dolasmaktan, ne de senin gibi her seyi 1 Tevrat'in Tekvin bölümüne (Bap I ve Bap 2) gönderme yapiliyor. Tevrat'a göre Tann (Allah, Rab) insani altinci gün yaratti: "Ve Allah dedi: Suretimizde, benzeyisimize göre iman yapalim; ve denizin baliklarina, ve göklerin kirçlarina, ve "g.rlara, ve bütün yer- yüzüne, ve yerde sürünen her jeye hâkim oltun." (Çev,)' 15 1 uzaktan görmekten ibarettir. Ask, Evrenin Ruhu'nu degis- tiren ve gelistiren güçtür, tik kez .onun içine girdigim za- man, onun kusursuz oldugunu sandim. Ama daha sonra onun, yaratilmis olan her seyin yansimasi oldugunu, onun da savaslari ve tutkulari oldugunu gördüm. Evrenin Ru- hu'nu bizler besliyoruz ve üzerinde yasadigimiz dünya, bi- zim daha iyi ya da daha kötü olmamiza göre, daha iyi ya da daha kötü olacaktir. Ask'in gücü iste burada ise karisir, çünkü sevdigimiz zaman, oldugumuzdan daha iyi olmak isteriz her zaman. - Peki ne istiyorsun benden? diye sordu günes. - Benim rüzgâra dönüsmeme yardim et, diye yanitla- di delikanli. - Evren, benim yaratiklarin en bilgini oldugumu bi- lir, dedi günes. Ama seni rüzgâra nasil dönüstürecegimi bilmiyorum. - Öyleyse kime basvurmaliyim? Günes bir süre sustu. Rüzgâr dinliyor ve bilgisinin si- nirsiz oldugunu bütün dünyaya yayiyordu. Bununla bir- likte, Evrenin Dili'ni konusan delikanlinin elinden kurtu- lamiyordu günes. - Her seyi yazan El ile konus, dedi. Rüzgâr bir mutluluk çigligi atti ve her 'zamankinden daha güçtü esmeye basladi. Kumlarin üzerine dikilmis ça- dirlar az sonra yikildilar ve hayvanlar iplerinden, bukagila- rindan kurtuldular. Kayanin üzerinde insanlar, rüzgârda sürüklenmemek için birbirlerine sarildilar. Bunun üzerine delikanli, her seyi yazmis olan El'e dog- ru döndü. Ve daha agzini açip tek sözcük söylemeden, Ev-< renin sessizlestigini ve hep böyle sessiz kalacagini hissetti. Bir sevgi coskusu fiskirdi yüreginden ve aglamaya bas- ladi. Simdiye kadar hiç yapmadigi bir duaydi bu, çünkü sözcûksüz bir yakariydi ve hiçbir sey istemiyordu. Koyun- larina bir otlak buldugu için sükretmiyordu; daha fazla kristal satmak için yakarmiyordu; rastladigi kadinin dönü- 152 Sunu beklemesini dilemiyordu. Olusan sessizlikte çölün, rüzgârin ve günesin de El'in yazmis oldugu isaretleri ara- diklarim, kendi yollarini izlemek ve zümrüt parçasinin üzerine kazinmis olan seyi anlamak istediklerini anladi. Bu isaretlerin Yeryüzü'nde ve Uzay'da dagilmis olduklari- ni, görünüste hiçbir varlik nedenleri ve anlamlan bulun- madigini; ne çöllerin, ne rüzgârlarin, ne güneslerin ve ne de insanlarin niçin yaratilmis olduklarini bilmediklerini biliyordu. Ama El'in bütün bunlar için bir nedeni vardi ve yalnizca o bu mucizeleri gerçeklestirebilir, okyanuslari çö- le ve insanlari rüzgâra dönüstürebilirdi. Çünkü bir yüce iradenin, Evren'i, dünyanin yaratilisinin altinci gününün Büyük Yapit'a dönüstügü noktaya götürmüs oldugunu yalnizca bu El anliyordu. Ve delikanli Evrenin Ruhu'na daldi ve Evrenin Ru- hu'nun, Tanri'nin Ruhu'nun parçasi oldugunu gördü ve Tanri'nin Ruhu'nun, kendi ruhu oldugunu gördü. Samyeli o gün daha önce hiç esmemis oldugu gibi esti. Kusaklar boyu Araplar, rüzgâra dönüsen ve çölün en bü- yük muharip reislerinin savundugu bir ordugâhi az kalsin yerle bir eden delikanlinin efsanesini anlattilar. Samyeli esmez olunca, hepsi delikanlinin bulundugu yere gözlerini çevirdiler. Delikanli bulundugu yerde degil- di; ordugâhin öteki ucunda nöbet tutan, tepeden tirnaga kumla kapli bir nöbetçinin yaninda duruyordu. Adamlar büyücülükten müthis korkmuslardi. Bunun- la birlikte iki kisi gülümsüyordu: Birincisi Simyaci Idi, Çünkü gerçek tilmizini bulmustu; ikincisi ise yüce reisti, çünkü bu tilmiz, Tanri'nin Yüceligini anlamisti. Ertesi gün reis, Simyaci ve delikanli ile vedalasti ve gitmek istedikleri yere kadar kendilerine eslik edecek bir muhafiz takimi verdi yanlarina. 15 3 BÜTÜN AKSAMA BIR GÜN YOL ALDILAR. dogru bir Kipti manastirina vardilar. Simyaci, muhafiz ta- kimini geri yolladi ve atindan indi. - Bundan sonra sen tek basina gideceksin, dedi. Pira- mitlere üç saatlik yol kaldi. - Sükran, dedi delikanli. Bana Evrenin Dili'ni ögret- tiniz. - Çoktandir bilmekte oldugun seyi sana hatirlatmak- tan baska bir sey yapmadim. Simyaci manastirin kapisini çaldi. Siyahlar giyinmis bir kesis kapiyi açti. Simyaci ile kesis aralarinda Kip tice konustular bir süre, sonra Simyaci, delikanliyi Içeri aldi. - Mutfagi bir süre kullanmama izin vermesini iste- dim, dedi. Birlikte manastirin mutfagina gittiler. Simyaci ates yak- ti, kesis biraz kursun getirdi; Simyaci kursunu bir demir kapta eritti. Kursun iyice sivilasinca, su tuhaf, sari cam yu- murtasini çantasindan çikardi. Bir saç kalinliginda bir kat- man kazidi ve bunu balmumuna sardiktan sonra içinde kur- sun eriyigi bulunan kaba atti. Karisim kan rengini aldi. Sim- yaci bunun üzerine kabi atesten alarak sogumaya birakti. Bu arada, kesisle kabileler savasi hakkinda konusmaya basladi. - Bu savas devam eder, dedi kesis. Kesis kizgindi. Savasin sona ermesini bekleyen ker- vanlar, uzun zamandir Al-Jizah'a2 çakili kalmislardi. - Ama, Allah'in dedigi olur, dedi kesis. Ktpt ya da Ktpti: Eski Misir halki; monofizit Kipti kilisesine bagli M itirli hiristiyan; Misir'111 Araplar taraf.udati fethindim (641) sonra birçok Kipti müslöman oldugu için bu devim yalnizca hinit.yan]ar için kullanilmaya bas.tai.di. (Çev) 2 (Gtzeh, Gmzttt, Gtzsi): Kahiir'yr sekiz kilometre uzaklikta, üç önemli piramitin (Ke- ops, Kefren, Mikennos) ve Sfenks'in bulundugu yer. GfinOmOzde, Kahire ile birletmis, milyonluk bir yerlej.in. yen. (Çev.) 154 - Amin, diye yanitladi Simyaci. Preparat soguyunca, kesis ve delikanli hayranlikla baktilar: Maden, demir kabin iç çeperlerinde katilasmisti, ama artik kursun degildi. Altin olmustu. - Ben de bir gün bunu yapmayi ögrenebilecek miyim acaba? diye sordu delikanli. - Bu benim Kisisel Menkibe'm, seninki degil, diye yanitladi Simyaci; ama bunun mümkün oldugunu sana göstermek istiyordum. Manastirin kapisma geri döndüler. Simyaci orada kur- su dört parçaya böldü. - Bu sizin, dedi parçalardan birini kesise vererek. Seyyahlara karsi gösterdiginiz cömertlik için. - Benim cömertligimin çok ötesine giden bir sükran ifadesi, dedi kesis. - Böyle konusmayiniz. Hayat söylediklerinizi duya- bilir ve gelecek sefere daha azim verebilir. Sonra delikanlinin yanina geldi Simyaci. - Bu da senin. Muhariplerin reisinin elinde kalan alti- ninin karsiligi olarak. Delikanli, Simyaci'nm verdigi çitinin kendi altinindan daha fazla oldugunu söyleyecekti ki onun, biraz önce kesi- se söylediklerini animsadi ve hiçbir sey söylemedi. - Bu da benim, dedi Simyaci. Çölü geçerek geri dön- mek zorundayim ve kabileler arasindaki savas hâlâ devam ediyor. Simyaci dördüncü parçayi da kesise verdi. - Bu parça da bu çocuk için. Ihtiyaci olacak olursa. - Ama ben hazinemi arayacagim, dedi delikanli. Sim- dI çok yaklastim. - Eminim ki bulacaksin, dedi Simyaci. - Peki bu ikinci parçayi neden veriyorsunuz? - Çünkü, yolculugun sirasinda kazandigin paralari iki kez yitirdin: Birini hirsiz, ötekini muhariplerin reisi al- di. Ben, ülkesinin atasözlerine inwan yasli ve bosinançli bir Arap'im: 'Bir kere olan bir daha asla tekrarlamaz. Am- 15 5 ma ve lâkin iki kere olan mutlaka üçüncü defa da olacak- tir.' Atlarina bindiler. - Düsler hakkinda sana bir hikâye anlatmak istiyor- dum, dedi Simyaci. Delikanli atini yaklastirdi. - Eski Roma'da, Imparator Tiberius zamaninda çok iyi yürekli bir adam yasiyormus, adamin iki oglu varmis: Ogullarindan biri askere alinmis ve Imparatorlugun en uzak eyaletlerinden birine gönderilmis. Öteki ogul bir sa- irmis ve yazdigi güzel siirlerle Roma'yi büyülüyörmüs. Baba bir gece bir düs görmüs. Bir melek görünüp ogullarindan birinin sözlerinin ünlenecegini ve bütün dün- yada gelecek kusaklar tarafindan tekrarlanacagini söyle- mis. Hayat kendisine karsi cömert davrandigi ve bütün ba- balarin içini gururla dolduracak bazi seyler kendisine zahir oldugu için yasli adam sevinç g :yaslari içinde uyanmis. Kisa bir süre sonra bir arabanin tekerleri altinda kalip ezilmek üzere olan bir çocugu kurtarirken ölmüs yasli adam. Bir ömür boyu onurlu ve dürüst davranmis oldugu için de dogruca cennete gitmis ve orada da düsüne giren melege rastlamis. "Iyi bir insandin,' demis ona melek. 'Sevgi içinde yasa- din ve onurlu bir sekilde öldün. Bugün herhangi bir dilegi- ni yerine getirebilirim.' "Hayat d >ana karsi iyi davrandi,* diye yanitlamis yasli adam. "Düsüme girdigin zaman, bütün çabalarimin aklanmis oldugunu anladim. Çünkü oglumun siirleri gele- cek yüzyillarda insanlarin belleginde kalacaklar. Kendim için herhangi bir dilegim yok; ama çocukken baktigi, deli- kanliyken egittigi evladinin ünlenmesinden her baba gurur duyar. Uzak gelecekte, oglumun sözlerini duymak ister- dim.' Melek, ihtiyarin omzuna dokunmus ve ikisi birlikte bir uzak gelecege gitmisler. Karsilarina uçsuz bucaksiz bir 156 meydan çikmis ve bu meydanda insanlar garip bir dil ko- nusuyorlarmis. Yasli adam sevinçten aghyormus. "Oglumun siirlerinin güzel ve ölümsüz oldugunu bili- yordum/ demis melege. 'Bu insanlarin oglumun siirlerin- den hangisini okuduklarini söyler misiniz bana?' Melek, bunun üzerine adama kibar bir sekilde yaklas- mis ve birlikte, o büyük alandaki siralardan birine otur- muslar. "Sair oglunun siirleri, Roma'da halk tarafindan çok se- viliyordu,' demis melek. "Herkes bu siirleri sevip haz ali- yordu. Ama Tiberius döneminden sonra unutuldu bu siir- ler. Bu insanlarin tekrarladigi sözler öteki oglunun, aske- rin sözleri.* Ihtiyar, Melege sasirarak bakmis. "Oglun askerlik hizmeti için uzak bir eyalete gitmis ve orada yüzbasi olmustu. O da iyi ve dürüst bir insandi. Bir aksam hizmetkârlarindan biri hastalandi ve ölümün esigine geldi. Oglun bu sirada, hastalari iyilestiren bir ha- hamdan söz edildigini duymus ve günlerce onu aramis. Ül- keyi dolasirken, aradigi kisinin Tanri'mn oglu oldugunu ögrenmis. Onun tarafindan iyilestirilmis baska insanlara rastlamis ve onun düsüncelerini ögrenmis ve bir Romali yüzbasi olarak onun dinini kabul etmis. Sonunda bir sa- bah Haham'm yanma varmis. "Ona hizmetkârlarindan birinin hastalandigini anlat- mis. Ve Haham onunla birlikte evine gitmeye hazir oldu- gunu bildirmis. Ama yüzbasi bir inanç sahibi oldugu için, çevrede bulunan insanlar ayaga kalkarken, Hahamin göz- lerinin içine bakinca, gerçekten de Tanri'nin Oglu'nun huzurunda bulundugunu anlamis. *Bu sözler senin oglunun sözleri,' demis Melek yasli adama. O sirada Hahama söyledigi ve bir daha unutulma-, yan sözler: Ya Rab, benim degerim yok ki damin altina gire- sin; fakat ancak bir söz söyle, hizmetçim iyI olur.y Simyaci atini sürdü. - Kim ve ne olursa olsun, dedi, yeryüzünde her in- san, her zaman, dünya tarihinde basrolü oynar. Ve dogal olarak o bilmez bunu. Delikanli gülümsedi. Hayatin, bir çoban için bu kadar önemli olabilecegini hiç düsünmemisti. - Elveda, dedi Simyaci. - Elveda, diye yanitladi delikanli. 158 YÜREGININ SÖYLEDIKLERINI DIKKATLE dinlemeye çalisarak, iki buçuk saat çölde yol aldi. Hazine- sinin gizli oldugu yeri ona yüregi söyleyecekti. "Hazinen neredeyse yüregin de orada olücik," demisti Simyaci. Ama yüregi baska seyler anlatip duruyordu. Iki kez gördügü bir düsün izinden gitmek için koyunlarindan ay- rilan bir çobanin öyküsünü gururla anlatiyordu. Kisisel Menkibe'den, ayni seyi yapmis, uzak topraklan ya da ka- dinlari aramaya çikmis, çaginin insanlariyla, onlarin dü- sünceleri ve önyargilariyla çarpismis insanlardan söz edi- yordu. Yol boyunca, bulgulardan, kitaplardan, büyük kar- gasalardan söz etti. Bir kumula tirmanmaya hazirlanirken iste tam o an- da, yüregi kulagina fisildadi: "Aglayacagin yere iyi dikkat et; çünkü ben oradayim ve hazinen de oradadir." Kumulu agir agir tirmanmaya basladi. Yildizlarla dolu gökyüzü yeniden dolunayla aydinlanmisti: Simyaci ile bir- likte tam bir ay çölde yolculuk yapmislardi. Ayisigi, ku- mulu da aydinlatiyordu,* yarattigi gölge oyunu, çöle dalgali bir deniz görünümü veriyor ve delikanliya, atinin dizgin- lerini birakip Simyaciya, onun bekledigi isareti verdigi gü- nü animsatiyordu. Ayisigi, çölün sessizligini sariyor ve ha- zinelerini arayan insanlarin yolunu aydinlatiyordu. Birkaç dakika sonra kumulun tepesine ulasinca yüregi hopladi. Dolunay ve çölün beyazliginin aydinlattigi Pira- mitler bütün görkemiyle karsisinda yükseliyorlardi. Dizüstü düsüp agladi. Kisisel Menkibe'sine inanmis oldugu, bir gün bir krala, daha sonra da bir tüccara, bir In- giliz'e, bir Simyaciya rastladigi için Tanri'ya sükrediyor- 15 9 du. Ve hepsinden önemlisi, Ask'in, bir erkegi Kisisel Men- kibe'sinden asla uzaklastiramadigini kendisine anlatan bir Çöl kadinina rastlamis oldugu için Tanri'ya sükrediyordu. Piramitlerin geçmis yüzyillari, asagida, ayakuçlarmda duran insani yukaridan seyrediyorlardi. Isteseydi, simdi Vaha'ya geri dönüp Fatima ile evlenebilir ve basit bir ko- yun çobani olarak yasardi. Çünkü Evrenin Dili'ni bilmesi- ne ve kursunu altina çevirmeyi bilmesine karsin, çölde ya- siyordu Simyaci. Bilim ve sanatini kimseye kanitlamak zo- runda degildi. Kisisel Menkibe'sine dogru yol alirken, bil- mesi gereken her seyi ögrenmis ve yasamayi hayal ettigi her seyi yasamisti. Ama iste hazinesine ulasmisti ve bir girisim, ancak amacina ulastiginda sona erebilirdi. Kumulun tepesinde ag- lamisti. Yere bakti, gözyaslarinin düstügü yerde bir bok- böcegi dolasiyordu. Çölde yasadigi süre içinde bokböcek- lerinin, Misir'da Tanri'nin simgesi sayildiklarini ögrenmis- ti. Bu da bir isaretti. Bunun üzerine Billûriye Tüccarini animsayarak kumlari kazmaya koyuldu: Bir ömür boyu taslari üst üste yigsa da hiç kimse bahçesine piramit dikme- yi basaramazdi. Belirtilen yeri bütün gece kazdi, ama hiçbir sey bula- madi. Piramitlerin tepesinden onu seyrediyordu yüzyillar. Ama o vazgeçmiyordu. Kaziyordu, kazdigi kumlan çuku- ra geri yollayan rüzgâra karsi savasarak durmadan kaziyor- du. Kollan yorulmustu, ellerinde yaralar açilmisti, ama yüregine inanci sürüyordu. Ve yüregi ona gözyaslarinin düstügü yeri kazmasini söylemisti. Birkaç tasi yerinden sökmeye çalisirken, birden ayak sesleri duydu. Birkaç adam gelmisti. Ayisigi arkadan vur- dugu için ne yüzlerini, ne de gözlerini görebiliyordu. - Ne yapiyorsun orada? diye sordu gelenlerden biri. Delikanli yanitlamadi. Ama korkmustu. Simdi top- raktan bir hazine çikarmasi gerekiyordu, bu nedenden do- lay, korkmustu. 160 - Biz savas mui reci I eriyiz, dedi bir baskasi. Oraya ne sakladigini bilmemiz gerekiyor Para gerekli bize. - Bir sey gizlemiyorum, diye yanitladi delikanli. Ama adamlardan biri kolundan tutup çukurdan çikar- di onu Bir baskasi üzerini aramaya koyuldu. Ve sonunda reb irideki ait!n parçami buUular. - Altini var, dedi saldirganlardan biri, Ayisigi, üzerini arayan adamin yüzünü aydinlatti ve bu gözlerde ölümü gördü delikanli. - Topraga bâ$ka altin saklamis olmali, dedi bir baska- si. Bunun üzerine topragi kazmaya zorladilar onu. So- nuç olarak hiçbir sey bulamadigi için dövmeye basladilar delikanliyi. Günesin ilk isiklari belirinceye kadar uzun uzun dövdüler onu. Giysileri lime lime olmustu, ölümün yaklastigini hissediyordu. "Oleceksen, para r"e ise yarar? Paranin insani ölüm- den kurtardigi pek az görülmüstür," Böyle demisti Simya- ci, Ve yedigi yumruklarla sismis, yarali agziyla, Misir Pi- ramitlerinin yakinlarina gömülmüs hazineyi iki kez dü- sünde gördügünü anlatti saldirganlara. Reisleri oldugu izlenimi uyandiran adam uzun süre dûjündü. Sonra adamlarindan biriyle konustu. - Adami birakabiliriz. Baska bir seyi yok. Bu altini da çalmis olmali. Delikanli yüzüstü kuma kapaklandi. Haydutlarin re- isi arkadaslarina bakiyordu. Ama delikanlinin gözleri Pra- mitîerin bulundugu yöne bakiyordu. - Haydi gidelim, dedi haydutlarin reisi arkadaslarina. Sonra delikanliya dönüp: - Ölmeyeceksin, dedi. Yasayacaksin ve inhanin bu kadar budala olmaya hakki olmadigini da ögreneceksin. Simdi senin bulundugun yerde, bundan iki yil kadar önce, üst üste ayni düsü gördüm. Düsümde Ispanya'ya gitmem" çobanlarin koyuniariyla birlikte içinde uyuduklari, ayin Simyaci Î6Ü/31 esyalarinin konuldugu, yerde büyümüs bir firavuninciri bulunan yikik bir köy kilisesi aramam gerektigini görü- yordum; ve bu firavunincirinin dibini kazarsam gizli bir hazine bulacakmisim. Ama sadece ayni düsü iki kez gör- dügüm için çölü geçecek kadar budala degilim ben. Sonra yürüyüp gitti. Delikanli güçlükle dogruldu ve bir kez daha Piramit- lere bakti. Piramitler ona gülümsediler ve o da yüregi ne- seyle dolu gülümsedi onlara. Hazinesini bulmustu. Sondeyis DELIKANLININ AKSAM ADI SANTIAGO IDI. olmak üzereyken, terk edilmis küçük kiliseye geldi. Ayin esyalarinin konuldugu yerde büyümüs bir firavuninciri vardi hâlâ ve yari yikik çatisindan hâlâ yildizlar görülebili- yordu. Birinde buraya koyunlariyla birlikte gelmis ve düs görmesiüJn disinda sakin bir gece geçirmis oldugunu anim- sadi. Simdi yaninda sürüsi yoktu. Ama elinde bir kürek vardi. Uzun süre gökyüzüne bakti. Sonra heybesinden bir sarap sisesi çikardi ve sarap içti. Çölde yildizlara bakip, Simyaci ile sarap içtigi günü animsadi. Geçtigi bütün yolla- ri ve Tanri'nm kendisine hazinenin bulundugu yeri göster- mek için seçtigi tuhaf yöntemi düsündü. Üst üste gördügü düslere inanmasaydi, Çingeneye, krala, hirsiza rastîama- saydi... "Dogrusu uzun bir liste; ama yol boyunca isaretler vardi ve yanilmam olanaksizdi/ diye düsündü. Farkina varmadan uykuya daldi. Uyandiginda günes çoktan yükselmisti. Hemen firavunincirinin dibini kazma- ya basladi. 'Yasli büyücü/ dedi kendi kendine, *her seyi bal gibi biliyordun. Bu kiliseye geri dönebilmem için biraz altin bile biraktin.' Paçavralar içinde geri döndügümü gö- rünce katila katila güldü kesis. 'Sanki bunlardan esirgeye- mez miydin beni?' Rüzgârin kendisini yanitladigini duydu: "Hayir. Sana bunu söyleseydim, Piramitleri görmeyecektin. Piramitler ;ok güzel, öyle degil mi sence?" Simyacinin sesiydi bu. Gülümsedi ve kazmaya koyul- lu. Yarim saat sonra sert bir seye çarpti kürek. Bir saat onra önünde eski Ispanyol altin parasiyla dolu bir sandik 16 5 vardi. Ayrica degerli taslar, kirmizi ve beyaz tüylerle süslü altin maskeler, pirlanta islemeli degerli taslardan yapilmis putlar vardi. Ülkenin uzun süredir artik animsamadigi ve fatihin/çocuklarina ve torunlarina anlatmayi unuttugu bîr fethin kalintilari. Heybesinden Urim ile Tummim'i çikardi. Taslari an- cak bir kez kullanmisti, bir sabah, bir çarsida. Hayatinda ve yolu üzerinde bir yigin isaretler vardi. Urim ile Tummim'i altin sandigina koydu. Bir daha hiç rastlamadigi yasli krali animsattiklari için bu iki tas da hazinesinln parçasiydilar. 'Gerçekten kendi kisisel Menkibe'sini yasayan kimseye karsi hayat cömerttir,' diye dusundu. Ve bunun üzerine Tarifa'ya gitmesi ve butun bunla- rin onda birini Çingene kadina vermesi gerektigini anim- sadi. 'Çingeneler nasil da kurnaz oluyorlar!* dedi kendi kendine. 'Belki de çok yolculuk ettikleri için.' Derken rüzgâr esmeye basladi. Gündogusuydu esen, Afrika'dan gelen rüzgâr. Ne çölün kokusunu, ne de Mag- riplilerin istila tehditini getirmisti. Bunun yerine çok iyi tanidigi bir kokuyu ve usulca gelip dudaklarina konan bir öpücügün miriltisini getiri- yordu. Gülümsedi. Ilk kez böyle bir sey yapiyordu genç kiz. - Geliyorum Fatima, dedi. Geliyorum. 166 |